İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Lübnan'daki Şehab deneyimi: Politika, ordu ve kurtarma

Lübnan'da cumhurbaşkanlığı makamındaki boşluğun ortasında ve orduların Arap dünyası, hatta üçüncü dünyanın tamamındaki iktidar deneyimlerinin arka planında, bazı Lübnanlı entelektüeller ve yaşlılar, Fuad Şehab adlı fenomeni hatırlatıyorlar. 50 yıl önce - 25 Nisan 1973'te - 71 yaşında vefat eden bu adam, şahsında birçok meziyeti ve çelişkili boyutları topladı. Fuad Şehab, Teym Vadisi (güneydoğu Lübnan) bölgesinde lider kabul edilen, Hasbaya ve Raşiya beldelerinin tabanını oluşturduğu Kureyşli, Mahzumi bir Arap ailesinin soyundan geliyor. Daha sonra, ‘Cebel-i Lübnan emirleri’ Dürzi, Adnanilerin ana Arap kabilelerinden biri olan Rabia kabilesi soyundan gelen Ma'an ailesi ile evlilik yoluyla akraba olmalarının ardından aslen Sünni Müslüman olan Şehab ailesine, ‘Cebel-i Lübnan Emirliği’ de emanet edildi. Gelgelelim Emir Yusuf Şehab (1770 ile 1789 yılları arasında hüküm sürdü) günlerinde, özellikle Cebel-i Lübnan’daki bazı Şehab emirleri Hristiyanlığı kabul ettiler. Diğerleri Sünni Müslümanlar olarak kaldılar. Bu emirler arasından pek çok politikacı ve direnişçi çıktı. Lübnan eski Başbakanı Halid Şehab, şehit Arif eş-Şihabi ve Şam'daki Arap Bilimler Akademisi başkanı Mustafa eş-Şihabi bunlardan birkaçı.
Çeşitliliği ve kültürü ile zengin bu arka plan, Maruni bir Hristiyan olan Fuad (bin Abdullah bin Hasan) Şehab'ın hastalıklı mezhepçiliğe ve partizan fanatizme tenezzül etmemesine katkıda bulundu. Aynı şekilde, bir subay, ardından genelkurmay başkanı olarak askeri deneyimi, kurumsallığa, anayasaya olan güçlü inancına, yasalara bağlılığına ve başkalarından önce öz hesaplaşma yapmasına katkıda bulundu. Gerçekten de Şehab, hayatını mütevazı ve kalender bir şekilde yaşadı ve özellikle cumhurbaşkanı seçildikten sonra sahip olduğu büyük nüfuza ve saygıya rağmen mütevazı ve kalender bir şekilde de öldü.
İktidara geldiği iki seferde de, pratikte iktidarın peşinde koşan o değildi, iktidar onun peşinden koştu. Cumhurbaşkanı Bişara Huri ve başbakan Saib Selam’ın 1952’deki istifalarını takiben - genelkurmay başkanı sıfatıyla- birkaç günlüğüne geçici başbakan olarak atandı. Daha sonra cumhurbaşkanı Kamil Şamun'a karşı başlatılan 1958 devriminin ardından cumhurbaşkanı seçildi. Ordunun iç çatışmaya müdahalesini reddeden rolü, onu insanları ve ülkeyi restore eden, yeniden inşa ve kurumsallaşma sürecini başlatan ‘kurtarıcı başkan’ olarak nitelendirilmeyi hak eden bir kilit faktör yaptı. Fuad Şehab 6 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde tam olarak bunu yaptı ve Lübnan'da kendisine ‘modern devletin kurucusu’ unvanının verilmesini hak etti.
Çocuğu olmayan Şehab, bir parti kurmayı reddetti. Rakiplerine savaş açmadı. Herhangi bir bahaneyle kendi mezhebinin sokağına hakim olmaya çalışmadı. Aksine, Nasırcılığın zirve yaptığı ve Suriye'nin ‘Birleşik Arap Cumhuriyeti’ adıyla Mısır ile birleştiği dönemde, silahlı bir iç çatışmadan yeni çıkmış Lübnan’daki dengelerin hassasiyetine dair derin farkındalığı ve duygusal patlamalardan duyduğu korku, onu Suriye-Lübnan sınırında kurulan bir çadırda Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır ile görüşmeye sevk etti.
Bunlara rağmen, ordudaki bazı subayların hamaseti, bu beyefendinin anısına zarar verdi; ‘İkinci Büro’ (Şehab tarafından kurulan ve orduya bağlı istihbarat servisi) siyasi oyuna sızdı ve bu aygıtın uygulamaları, Lübnan sokağına yanlış bir şekilde cumhurbaşkanı adına konuştuğunu ve hareket ettiğini düşündürdü.
Bunun doğrudan sonucu, Şehab'ın yeniden aday olmayı reddetmesi oldu ve 1964’te Şarl Helu başkan seçildi. Helu, 1968 seçimlerine kadar Şehab'ın bir uzantısı olarak görüldü. Bu seçimlerde daha büyük Hristiyan partiler Patrikliğin himayesi altında bir ittifak oluşturdular ve çoğu Hristiyan seçim bölgesinde ‘Şehab ekolü’ adaylarını yendiler. Bu durum, Şehab'ın en yakın yardımcısı (yıllar sonra cumhurbaşkanı seçilen) Elias Sarkis'in de kaderini bir süre olumsuz etkiledi. Nitekim 1970 seçimlerinde Süleyman Frenciye onu bir oy farkla geçerek cumhurbaşkanı seçildi. Bilindiği üzere, Frenciye’nin başkanlığı sona ermeden önce ‘Lübnan iç savaşı’ patlak verdi ve 1990 yılına kadar devam etti.
Şehab'ın siyasi mirasına, Lübnan’da ondan önce ve sonra yaşanan olayların sonuçlarına dönecek olursak, şu noktalar dikkati çekiyor:
- Bilhassa üçüncü dünyada çoğulcu toplumlar, çoğu kez onları çelişkilerinden kurtaracak, parçalanmaktan kurtarıp yeniden birleştirecek bir ‘kurtarıcı kahramanı’ bekleyerek yaşarlar. Birçok durumda da, bu toplumlar, bekledikleri bu istisnai ‘karizmatik’ figürlere sahip olurlar. Bu figürler, çekiciliklerine paralel ilerleyen veya sinerji oluşturan istisnai koşullarla geçici olarak başarılı da olabilirler. Ancak uzun vadeli bir başarıyı garanti edemezler ve hatta ‘kurtarıcı kahramanın’ miras bıraktığı, kurduğu veya güçlendirdiği mevcut ‘kurumlar’ tahrip edilebilir.
- Orduların bileşimi gereği ‘komuta sistemi’ esastır. Ana görevi vatanın güvenliği ve sınırlarının korunması olan bir aygıtta tartışmaya, içtihatlara ve fikir çatışmalarına yer yoktur. Bu ‘komuta sistemi’, parlamento ve siyasi partilerin pratik bir antitezini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, ‘bütünleşme’ kültürüne, amaç birliğinde ortak çıkar şuuruna dayanan (ordu ve siyasi kurumlar arasındaki) gerçek bir ‘birlikte yaşama’ niyetinin yokluğunda, er ya da geç çelişkiler ortaya çıkacaktır.
- Bu deneyimi yaşayan tüm dünya ülkelerinde ‘kurtarıcı kahramanın’ rolü uzun sürmemiştir. Örneğin, bir iç bölünme savaşı ve kanlı nüfus mübadelesinin ardından doğan Pakistan'da, bu rolü Muhammed Ali Cinnah oynadı. Ancak ölümünden bu yana ülke, sonu gelmeyen bir askeri darbeler ve bölücü ayaklanmalar tüneline girdi (bunların en büyüğünde Bangladeş bağımsızlığını kazanmayı başardı). Yolsuzluğun birbirini takip eden askeri ve sivil yönetimlere sızmasının, aşırılık yanlısı dini grupların çoğalmasının durumu daha da kötüleştirdiği Nijerya'da da durum pek farklı değil.
- Hizipçi bölünmeler, ekonomik krizler ve siyasi-askeri sistemin ‘kurtarma’ görevini yerine getirememesi üst üste bindiğinde, şu anda Arap dünyamızda tanık olduğumuz vakalar dahil olmak üzere pek çok durumda sonuç bir ‘bölünme’ durumundan ‘dağılma’ durumuna geçiş oluyor. Libya, Suriye ve şimdi de Sudan'da - ki bunlarla sınırlı değil-  tanık olduklarımız bunun delili. Sudan'da ordu birkaç kez siyasete dahil oldu ve bunu her seferinde ülkeyi ‘partiler arasındaki çekişmelerden kurtarma’ bahanesiyle yaptı. Peki bugün Sudan'daki durum nasıl görünüyor? Partiler arasındaki anlaşmazlıklar sona ermedi ve yakında sona ereceğine dair de bir işaret yok ama öte yandan, Güney Sudan ayrıldı. Darfur savaşı bugün Sudan şehirlerinin sokaklarında gücünü sergileyen bir milis ordusunun kurulmasına yol açtı. Doğuda Beca'da durum kötüleşiyor ve ayrılıkçı sesler yükseliyor. Diğer bölgelerde de daha fazla bölünme ve parçalanmayı önleyecek hiçbir şey yok.