Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Bahçede Sartre arayışı

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mario Vargas Llosa, Şarku’l Avsat yazarları arasına katıldığından beri, ben de tabii ki onun okuyucularından biriyim. Çok okunmak yahut takipçilerinin fazla olması onun için bir sınav değil. Çünkü o, etiketlerin üzerinde. Ancak bu çok kültürlü yazarın gündeme getirdiği meselelere ve konulara Arap okuyucunun ilgisinin boyutunu biliyorum.

‘Sartre ve Kitapçı’ makalesi, onun kültürel birikiminin ilginç bir sunumuydu. Çiçekli patikaları arasında yürüdüğü Lüksemburg Bahçesi'nden manzaralar, Jean-Paul Sartre'ın çıkardığı ‘Modern Times’ dergisi ve diğer harika yazıları... Sonra o çetrefilli konu: Paris'te neden artık kimse Sartre okumuyor ve Fransa'nın geçen yüzyılın en ünlü filozofları ve yazarları neden bu kadar kolay unutulmaya yüz tuttu? Llosa pek cevap vermiyor. O, suçu, diğerleri gibi, Fransızların somurtkan, sinirli ve aksi ruh haline atmıyor. Her dönemde Fransa'nın peşinden koştuğu bir yazar vardır ve ardından o isim, küçük düşürücü bir nankörlük içinde unutulmaya yüz tutar.

Her makalede, kitapta veya mektupta kendisine atıfta bulunmamayı bir cehalet işareti olarak gören Anatole France'ı hatırlıyorum. Sonra France, gelenekçiler arasında kayboldu. Fransızlar, onun ‘gerici’ olduğundan şikâyet etmeye başladı. Fransız edebiyatı daha sonra, o büyük edebiyat dünyasını ‘Gülme’ kitabının sahibi filozof Henri Bergson ile doldurdu. Moda, sinema ve özellikle siyaset gibi hayatlarındaki her şeyi ‘moda’ olarak benimseyen Fransızların hayatında Bergson, gündelik bir isim oldu ve sonra o da kayboldu.

Sartre, kaos, yıkım ve nefret felsefesinde temel bir rol oynadı. Ilımlı aklı bir suçlama ve geri kalmışlık haline getirdi. Solu, düşmanlığın ve nihilizmin aşırı uçlarına götürdü.

Llosa, Sartre ve dergisi Modern Times’a özlem duyuyor. Çıkarılan en iyi entelektüel dergilerden biri olduğunu size hatırlatmalıyım. Ancak hümanist bir adamın Sartre gibi bir adamı neden özlediğini anlamak (özellikle de dünya edebiyatı ve tabii ki Fransa'da hem çıktısını hem de rolünü yeniden değerlendirdiğinden) benim için zor. Birçok insan onun yıllarca genç bir holigan gibi davrandığını unutmaz. Sanki Maoizm gibi şiddetli, içi boş dalgaları bilinçlendirmeye çalışan değil de takip eden oydu. Sartre, içinden geçen klikler ne olursa olsun, şöhret girdabının dışında bir an bile yaşayamayan zayıf bir yaratıktı. Bu çılgın bir dönemdi, insanların bunu dilemesine ve birçoğunun bunu reddetmesine şaşmamalı. Sartre bir keresinde Nobel Ödülü'nü kabul etmeyi reddetmişti. Çünkü reddetmenin ünü, kazanmaktan daha üstündür. Pişmanlık duyup ödülün maddi değerini sorduğunda, ona “Üzgünüz” denildi. Bu, Alfred Dauphin'in ‘kapısı’ gibi bir ödül. Kapı ya açılır ya da kapanır.