Sam Mensa
TT

Selame meselesi ile Hizbullah tatbikatı ve resmi performans arasında Lübnan

Geçen hafta 32. Arap Zirvesi'nden sonra yayınlanan Cidde Deklarasyonu, ne tesadüftür ki Lübnan'ın 25 Mayıs'ta İsrail işgalinden kurtuluşunun 23’üncü yıl dönümüne denk geldi. Zirve deklarasyonunun 5’inci ve 6’ıncı maddeleri Lübnan ile dayanışma içinde olduğunu teyit etti. Tüm Lübnanlı tarafları bir cumhurbaşkanı seçmek için diyalog yürütmeye ve Lübnan'ı krizden çıkarmak için gerekli reformları yapmaya çağırdı. Altıncı maddede, Arap ülkelerinin iç işlerine yabancı müdahalenin durdurulmasına vurgu yapıldı. Devlet kurumları dışında silahlı grupların ve milislerin oluşumuna verilen desteğin tamamen reddedildiğinin altı çizildi.

Buna paralel olarak Hizbullah, Lübnan'ın güneyindeki Cezzine bölgesinde yerli ve yabancı medyanın davet edildiği büyük bir törenle gerçek cephane kullanılan bir tatbikat gerçekleştirdi. Tatbikat, Cidde Deklarasyonu’nun devlet çatısı dışındaki silahlı grupların ve milislerin reddi çağrısının Hizbullah’ı ilgilendirmediğine dair yakın ve uzak taraflara bir duyuruydu. Hizbullah’ın bu pozisyonu yeni değil ve olağan uygulamalarının bir parçası. Ancak zamanlaması ve üslubu, zirve kararlarına verdiği tepkinin kabalığını yansıtıyordu. Aynı zamanda bu, İran'ın yurtdışındaki kollarının uygulamalarına ilişkin herhangi bir sorumluluğu reddettiği makul inkar politikası çerçevesine de giriyor. İran’ın Beyrut Büyükelçisi’nin sanki İran ile Hizbullah arasında bir ilişki yokmuş gibi ‘devletlerin egemenliğine saygı ilkesinin yalnızca İran ve Suudi Arabistan'ı ilgilendirdiğini’ teyidiyle bu politika açıkça görüldü.

Yine geçen hafta, İsrail işgalinden kurtuluş kutlamaları, 23 yıl sonra, egemen ve sorumluluklarını üstlenen ciddi bir devletin tüm tezahürlerinden de kurtuluş gibi göründü. Bunun pek çok kanıtı bulunuyor ve en sonuncusu da Fransız ve Alman yargılarının, kara para aklama, kamu fonlarını zimmete geçirme, yasa dışı bir şekilde zenginleşme ve vergi kaçırmakla suçlanan Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame hakkında çıkardıkları tutuklama kararlarına karşı hükümetin, yetkililerin, politikacıların ve yargının toplu tutumu ve tepkileridir.

Bu tutumların ve tepkilerin özeti, Lübnan'ın kanun kaçakları ve yabancı ülkeler tarafından arananlar için bir yuvaya dönüştüğü anlamına geliyor. Hükümetin sorumluluktan kaçarak ve sorumluluğu başka taraflara atarak iki tutuklama kararını uygulamamakta gösterdiği ‘çılgınlık’, son yıllarda yüzlerce kez tekrarlanan bir olguyu pekiştirdi. O olgu da Lübnan’ın artık bir ülke değil, birbirine muhalif ve çatışan grup ve güçlerin hakim olduğu bir coğrafi bölge olduğudur. Mesele Riyad Selame ve yine Fransa ve Japonya tarafından aranan Carlos Ghosn ile sınırlı değil, Uluslararası Adalet Divanı tarafından eski Başbakan Refik Hariri ve arkadaşlarına suikast düzenlemekle suçlananları da kapsıyor. Lokman Selim’in sonuncusu olduğu bir grup siyasetçi ve medya mensubuna karşı 2005-2022 yılları arasında işlenen suçlara ilişkin boş soruşturma dosyalarına, Beyrut Limanı patlamasıyla ilgili uzayan soruşturmaya, yargının tamamının ve daha birçok aygıtın sekteye uğratılmasına uzanıyor.

Gelgelelim özellikle Lübnan, benzeri görülmemiş bir mali ve ekonomik kriz içinde bocalarken, Merkez Bankası Başkanı davası, pozisyonunun hassasiyeti nedeniyle ülkenin ve devletin itibarı ve güvenilirliği için en tehlikelisi olmaya devam ediyor. Sorumluluktan kaçma, meselenin her türlü yolsuzluk vakasına karışan yetkililer ve politikacılar boyutunu zahmetsizce ifşa ediyor. Öyle ki öne sürülen tüm gerekçelere ve yumuşatmalara rağmen, bu inatçılığın sebebi bilinmeden bu müdürün istifa etmesi, görevden alınması veya tutuklanması artık mümkün değil.

Lübnan'da asıl tehlikeli ve hastalıkların nedeni olan şey, yetkililerden politikacılara ve sıradan vatandaşlara kadar her düzeyde; ister siyaset, ister ekonomi veya güvenlik alanında olsun, tüm koşullar, skandallar ve anormalliklerle bir arada yaşayabilme ve uyum sağlayabilmedir. Hizbullah, Arap zirvesinin kararlarını alenen yok sayıyor ve herkese meydan okuyor. Cumhurbaşkanının yetkilerini üstlenmiş bir hükümet de en ufak bir görevi yerine getirmekten aciz. Bir yandan yapısı, diğer yandan bazı Hristiyan güçlerin dayattığı engeller nedeniyle etkisiz. Söz konusu Hristiyan güçler, cumhurbaşkanlığı makamının boş kalmasına, bu süreçte ülkenin Sünni cemaate ait üçüncü bir konum, yani hem başbakanlık hem de hükümet tarafından yönetilmesine tahammül edemeyen güçler. Bu tahammülsüzlük, eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve ekibinin altı yıllık görev süresi boyunca başbakanın rolünü ve yetkilerini zayıflatmayı ve baltalamayı amaçlayan uygulamalarıyla örtüşüyor.

Cumhurbaşkanlığı makamındaki boşluk devam ediyor. Muhalefet (eğer gerçekten böyle adlandırılabilirse) Marada Hareketi Başkanı Süleyman Frenciye karşısında bir aday üzerinde anlaşamıyor. Bir kısır döngü içinde dönülmeye devam ediliyor. Eski ve yeni krizler birbirini etkileyerek yeniden üretiliyorlar. Tüm bunlar olurken Lübnanlılar, vaat edilen turizm sezonu ve Lübnan’ın dört bir yanını ziyaret edeceklerin sayısı ile meşgul ve büyülenmiş durumda. Küçük ve çökmekte olan anavatan ‘her şeye rağmen’ ve ‘yaşam sevgisi’ sloganlarının altında Hizbullah devletinde bir kafeye, eğlence yerine ve otele dönüşmüş gibi.

Riyad Selame meselesine yaklaşımdan, Hizbullah’ın tatbikatından ve Cidde'deki Arap zirvesinden sonraki resmi ve siyasi performansın bütününden, bölgedeki mevcut uzlaşma ikliminden, Lübnan'ın uzlaşı çerçevesinin dışında kaldığı anlaşılıyor. Bunun nedeni dışarının ihmali veya ilgisizliği değil, aksine, yetkililerden vatandaşlara tüm Lübnanlılarda, önümüzdeki günlerin ortaya çıkaracağı gerçekleri pekiştirecek olan bu durumun sonuçlarıyla ilgili bilinç ve farkındalık eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu gerçeklerin en önemlisi şunlar:

- Hizbullah’ın Lübnan ordusunun yanında ve hesap vermenin dışında bir askeri güç olarak yerini sağlamlaştırması. Devlet çatısı dışındaki milisler konusunun Lübnanlı bir direniş hareketi olduğu için Hizbullah’ı kapsamaması.

- Müttefiki Temsilciler Meclisi Başkanı ve ‘Emel’ Hareketi Lideri aracılığıyla açıkça ifade edilen Hizbullah’ın onayı olmadan cumhurbaşkanın seçilmeyeceği, bir ‘B’ planı olmadığı ve Şii İkilisinin adayı Maruni Frenciye’nin dışında bir alternatif olmadığı sözünün tekit edilmesi.

- Arap, Avrupalı ​​ya da Amerikalı olsun, dışarının Lübnanlılara bir cumhurbaşkanı ya da reform dayatmayacağı açığa çıktı. Bunun yerine iş, ülke içindeki güç dengesine ve bundan kaynaklanan siyasi sürecin gidişatına bırakılmış durumda. Dışarının kaygıları, istikrarı sağlamak, ülkenin daha fazla çöküşe ve parçalanmaya kaymamasını temin etmek, cumhurbaşkanı seçimi başta olmak üzere her düzeyde bir toparlama ile sorunları mümkün olduğunca çözmekle sınırlı. Bu da Şii İkilisinin adayı Frenciye’nin seçilme şansını artırıyor.

Bu durumda tek kıvılcım, İsrail'deki iç koşulların ya da İran'ın nükleer meselesinin veya her iki taraf arasında sınırda gerçekleşecek bir provokasyonla sürüklenecek Hizbullah ile İsrail arasında bir askeri çatışma tehlikesi olmaya devam ediyor. Çatışma İran ile İsrail arasında hüküm süren gerilimi sözden eyleme aktaracak geniş bir askeri operasyona dönüşebilir.