Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

İsrail, 1967'de böyle yenildi

Sakin olun…Bu başlık bana ait değil. 50 yıl önce meydana gelen ve İsrail'in halen zaferini kutladığı savaştan bahsettiği bir makale yazan İsrailli yazar Akiva Eldar’a ait.

“5 Haziran 1967 Pazartesi günü, Nekse günü. Bu tarihten sonra Filistin halkı, İsrail işgali altında 56 yıl boyunca aşağılanmanın yasını tutacak. İsrail halkı, anılar defterine Apartheid, tiranlık ve tecrit uçurumuna düştüğü bir yılı daha kaydedecek.

Böyle bir zafer... ve işimiz bitti." (Alıntı burada sona erdi)

O gün oradaydım, 20 yaşındaydım ve yorucu bir yılın ardından, Şam Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde geçirdiğim bir eğitim yılından sonra yaz tatilimi geçiriyordum. Savaşın seyrini takip etmiyordum. Ailemle benim savaşla tek ilgimiz o zamana kadar içimize bize İsrail'le olan savaşın kesin zafer anlamına geldiğine dair bir inanç eken Arap radyolarıydı. Bu nedenle, savaş başlamadan önceki gece, hayatımın normal gecelerinden biriydi; gerçekleşecek bir zaferi beklemek keyifliydi. Radyolar bunu müjdeliyordu. Bu nedenle savaş arzulanan bir şeydi.

O yaz yetenekli isimler şarkılar ve şiirler yazdılar. Öyle ki ‘Ya Ahlan bil-Ma’arik’ şarkısı ortaya çıktığında, gizli dilekler ve arzulara tercüman oldu.

Altı Gün Savaşı sona erdikten sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Zamanın sayısal istatistik ölçeği dışında, o üç gün savaşıydı. İlki, Amman, Kahire ve Şam'dan radyo istasyonları tarafından yayınlanan her dakikayı takip ettiğimiz gündü. Köyde, bir kesim dışında radyolar yaygın değildi. Haberleri takip etmeye başladık. Ruhumuzda, bazı gelişmelerin gerçekleşmesine engel olacağı endişesi vardı. O gece gözüne uyku girenleri, zafer, rüyalarına derin bir pembe hayal olarak geldi ve birkaç saat sonra müjdeler getireceğine dair kesin bir inanç getirdi.

Radyolar, o keyifli pazartesi akşamında siz değerli dinleyicilerini hayal kırıklığına uğratmadı. Radyoların darbeyi müjdelemek için kullandığı sihirli söz duyuldu: Beklenen geldi.

Dünya'yı sarhoş eden sessizlik hissettim, sanki dünya üzerinde dönen her şeyi sarmıştı. Ardından sunucunun açıklamasını tamamlamasına fırsat vermeden çılgın bir gürültü patladı. İşte gizli arzumuz gerçekleşiyordu.  Düşman uçaklarının sekizinin düşürüldüğü haberleri ikinci sırayı almıştı.

56 yıl geçti ve o sahne halen hafızamda. Tek bir anı bile kaybolmadı. Naim’in berber salonunun önünde duruyordum. Onlarca vatandaşla birlikte, savaşa katkısı dinleyen herkesin ruhuna neşe saçsın diye ‘öbürünü açtığı’ dev radyodan savaş haberlerini takip ediyorum. Müşteriyi dönen koltukta bıraktı ve dans etmeye başladı. Mülteci berberin köyü olan ed-Devamiye özgürlüğüne kavuşmuştu. Sevinmek için başka bir sebebe ihtiyaç var mıydı ki? Çılgın bir şekilde dans eden berberin dansı, tıraş için sıra bekleyen herkesin tıraş olmayı zaferden sonraya ertelemesine neden oldu. Bir dabke (Levant bölgesine has bir halk oyunu) çemberi oluşturuldu. Köyde Kenanlılar tarafından kurulduğundan beri benzeri görülmemiş genişlikte bir halaya duruldu.

Ancak dükkanın avlusunda yapılan düğün, geniş salonu ve avluyu dolduran kahve müdavimlerinin başlattığı düğüne kıyaslandığında mütevazı görünüyordu. 20 yaşındaydım. Vatansever şarkıları sever ve hepsini ezberlerdim. Ancak ben orayı, insanların halk müziğiyle dans ettiği zamanlar dışında, her renkten güller yetiştiren bir tarla olarak görmemiştim. Henüz 5 dakika önce başlayan savaş, cepte olan erken bir zaferle sonuçlandı.

Dans edenler sakinleşti. Yorgunluklarını atıp daha az gürültülü bir eğlenceye geçerek, radyo yayınlarının düşürmek için yarıştığı uçakları saymaya başladılar.

Yaşıtım adamları, rakamları kalem ve kağıtla kaydedip insanlara açıklarken gördüm. Toplamda, Araplar üç cephede uçaklar düşürdü.

O günün öğleden sonra duyurulan sayıların yüzleri aşmasıyla birlikte, ilk zaferden sonra ortaya çıkan coşku azaldı ve şüphe ruhlara sızmaya başladı. “Yalan olduğunu nereden biliyorsun çok büyük olduğunu söylediler” denildiğini duydum. Şüpheci yorum yapan kişi, hemen ‘beşinci tabur’ olarak nitelendirildi ve sevinç alanından kovuldu.

Radyo sahipleri arasında İsrail Radyosu'nu kimsenin, hatta Londra radyosunu bile açmamayı öngören bir anlaşma olduğundan bahsetmeyi unuttum.

İsrail cesaretini kıracak ve zafer ilan edecekti. Londra’ya gelince onun bala zehir karıştırdığı söyleniyordu. Burada bal, Arapların doğru haberi, zehir ise İsrail’in yalan haberiydi!

İki gün geçti, birincisi gelecek zaferi beklediğimiz gün, ikincisi ise gerçekleşen zafer günüydü. Etkili bir böcek ilacıyla düşman uçaklarının sinek gibi düşüyordu. Üçüncü gün, belki de uzatmalara rağmen son gündü ve şunlar yaşandı:

Müezzin, henüz inşa edilmemiş olan caminin temel taşı olarak, Din İşleri Bakanı tarafından yerleştirilen pürüzsüz taşın üzerine çıktı. Zafer günü bu kürsüye halka eğer düşman saldırırsa kasabayı savunma görevini yerine getirmek amacıyla silahlarını teslim almak üzere okul bahçesine gelmelerini istemek için çıkmıştı. O gün güçlü ve nefes kesici bir hitabeti vardı. Bugün ise sesi boğazından zor çıkıyor ve gözyaşlarına bulanıyor gibiydi. İsrail subayının ondan yapmasını istediğini ilan etme yeteneğini kendinde bulamayarak kürsüsünden indi. İsrailli subay ona “Teslim almalarını istediğin gibi şimdi de bırakmaları için çağrıda bulun” demişti.

Bu makalenin Bay Akiva Eldar'ın yazdıklarından bir alıntıyla başladığım konuya dönecek olursak; “İsrail 1967'de böyle yenildi”. İbranice yazıya Arapça bir cümle eklemek istiyorum: İşte böyle kazanmadık.