Hazım Sağıye
TT

“Hakikatte” ikamet eden bir muhalif olarak nasıl yaşanır?

1968 yılında, “Prag Baharı” esnasında ‘yeni bir dalga’ ortaya çıktı. Bu yeni dalgada kültürel hayat canlandı ve daha önce ortaya çıkması hayal dahi edilmemiş filmler, kitaplar ve tiyatro oyunları ortaya çıktı.

Bu deneyim, aynı yılın yazında tanklar tarafından ezildi ve bu sefer entelektüellere yönelik bir intikam dalgası ve akabinde entelektüeller tarafından yurtdışına yoğun bir göç dalgası başladı. O günlerde genç tiyatrocu Vaclav Havel, ülkenin ve halkın yanı sıra, boğulmuş tiyatro çalışmaları için de daha fazla özgürlük uğrunda çabalayanlardan biriydi.

Tiyatro faaliyetinden menedilmiş biri olarak bir bira fabrikasında çalışan Havel, 10 yıl sonra başta Çekoslovakya olmak üzere bazı ülkelerdeki siyasi duruma dair 80 sayfalık meşhur makalesini yazdı. “İktidarı Olmayanların Gücü” başlıklı bu makalesi, onun hapsedilmesine sebep oldu olmasına ama 10 yıl sonra onu cumhurbaşkanlığı makamına getiren sebeplerden biri de yine bu makale olacaktı.

Havel, toplumun, mevcut rejim gibi bir sistemin gölgesinde ne ölçüde iktidar ve güç elde edebileceği sorusunu sorarak başlamıştı. Haklarını savunmaktan mahrum biri olarak güç kavramını sorguluyordu: Böyle bir sisteme muhalefet tam olarak ne anlama geliyor? Ne yapıyorsunuz? Yani toplumda ne tür bir rol oynuyorsunuz ve bu, neye dayanıyor? soruları çok geçmeden onu gücü olmayanların, altında çalıştıkları iktidarın tabiatını incelemelerinin gerekli olduğu sonucuna götürdü.

Sonra tanımlama aşamasına geçiyor ve “diktatörlük” nitelemesinin netleştirmekten ziyade bulanıklaştırabileceğini düşünerek, Çekoslovak rejimini “diktatörlük (totaliterlik) sonrası” şeklinde nitelemeyi tercih ediyor. Bu tanımlama, sistemin totaliterlik barındırmadığı anlamına gelmez, ancak Havel’in anladığı klasik diktatörlük ve totaliterlikle bizim anladığımız arasında derin bir farklılık olduğunu ortaya koyar. Sistem içerisinde geniş ve yoğun bir hükümet araçları ağı vardır ve bu araçlar, meşruiyetlerini kapsamlı bir “laikleştirilmiş din” ideolojisinde bulur. Bu ağ, vatandaşlara boyun eğdirmek suretiyle, baskı ve korkunun yanında bir de öz denetime sebep olur. Böylece en aşağı düzeyde insanlara sessizlik dayatılmakla birlikte başka şeyler de dayatılabilir. Yazar ne kastettiğini açıklamak için dükkânının camına “Bütün Ülkelerin İşçileri, Birleşin!” sloganını asan bir bakkal örneği kullanır. Bakkalın istediği nedir? Gerçekten dünyanın tüm işçilerinin birliğini mi arzulamaktadır? Havel cevap veriyor: Bakkalların çoğunluğu, dükkânlarının camına astıkları sloganlarını görüşlerini ifade etmek için kullanmazlar. Esasında, bu sloganların anlamı üzerinde düşünmezler bile. Onlar, bunu sadece yapmış olmak için yaparlar, çünkü yıllardır herkes bunu yapıyordur. Zira işler böyle yürür ve sorun yaşamadan ya da itham edilmeden huzurlu bir hayat bu sayede yaşanır.

Açıkçası Havel, totalitarizm anlayışına niteliksel bir katkı yapmadı ama em özel hem de kamusal yönleriyle sivil toplum ve ahlaki sorumlulukla ilgili neyin ne olduğu konusunda yeni bir katkıda bulundu.

Rejim, bir yalanın içinde yaşıyor ve vatandaşları da bunun içinde yaşamaya zorluyorsa, o zaman gerçekte yaşamak onu tehdit ediyordur. Çünkü bu tür bir yaşam, siyaseti yasaklayan bir rejime en güçlü muhalefettir.  

Havel’in bu terimle kastettiği şey, özgür ifade ve çalışmaya dayalı bir hayattır. İnsanlar böyle bir hayatta ahlaka uygun şekilde koşullarını iyileştirmek için çabalarken kamusal faaliyetleri, siyasetin ötesine geçerek ‘siyaset öncesi faaliyetlere’ dönüşür.

Bir yalanlar rejiminin gölgesinde “hakikat içinde yaşamak”, insanın iyi, saygılı, nazik ve diğerkam olması demektir. Böyle bir şey Mesihî bir müjde gibi veya belki etkisiz görülebilir, ancak önemi, mevcut ilişkilerin özünde yeni bir toplum için yeni tohumlar atmanın öneminden gelmektedir. Bu yüzden daima iyi davranışları tercih etmek, eylem ve söylemi birbirine uydurmak ve çalışırken en iyisi için çabalamak gerekir. İşini iyi yapman, söz konusu iktidara meydan okuman demektir, zira böylece gücünü ortaya koymaktan alıkonduğun bir yapı içinde gücünü ortaya koymuş olursun. Siyasi eylemin etkisi tartışmasız ise şayet, o zaman onu denk yapılarla kucaklanan siyaset öncesi eylemlerle birleştirmek onun gücüne güç katarak daha etkili bir hale getirir. Bağımsız ve dürüst yaşam, çok geçmeden kendi yapılarını bulur veya bizzat iktidar yapılarına paralel, içinde hakikatte yaşayan ve ortak hedefler peşinde beraber koşan insanların yaşadığı yapılar haline gelir. Bunun için ve mevcut etkisiz sendikaya karşılık paralel başka bir sendika kurulmalıdır. Aynı şey medya, yerel yönetimler ve bazı ekonomik faaliyetler için de geçerlidir. Bu paralel yapılar zamanla birleşip bütünleşerek paralel bir toplum oluşturur; bu toplumda en aşağıdan en üst seviyeye kadar etkin bir iktidar oluşur ve nihayetinde iktidar, herhangi bir durumda toplumla iş birliği yapmak zorunda kalır. Bu noktada, Havel’in makalesinden iki yıl sonra Polonyalı İşçi Dayanışma Hareketi’nin kurulduğunu, on yıl sonra yetkililerin bu hareketle müzakere etmek zorunda kaldığını ve hareketin iktidarı devraldığını söylemekte fayda var.

Havel, halkı için yüce arzuların diliyle konuşarak sorumluluğa, hakikate saygıya ve özgür bireysel davranışın herkes için özgürlük ihtimallerini genişlettiği inancına vurgu yapıyor ve vatandaşlarını bu değerleri kendi özlerinde barındırmaya sevk ediyordu.  

Ancak hakikat içinde yaşama tercihi, bazı zorlukları da beraberinde getirir. Bu zorluklardan ilki şudur ki, iyi bir çalışma performansı ve meslek ahlakına saygı ile başlayan süreç, rejime ve topluma düşmanlık suçlamasıyla son bulabilir. Ama tercih hakkı hâlâ vatandaşındır: Yalanların içinde yaşamaya devam mı edecek yoksa gerektirdiği fedakârlıklarla birlikte hakikatin içinde mi yaşayacak? İkincisini tercih etmek, iktidardan ve güçten mahrum o vatandaşın gücünü ortaya koyan şeydir!