Sudan’a uluslararası müdahale fikrinin, ulusal çerçevede ciddi bir şekilde tartışılmazken, bölgesel ve uluslararası çerçevede yoğun bir şekilde gündeme alındığına dair işaretler arttı. Ancak uluslararası müdahalelerin yapıldığı pek çok ülkede olduğu gibi bunun farklı şekillerde tepkilere yol açacağı kesin. Ne de olsa bu, üzerinde herkesin aynı fikirde olamayacağı konulardan biri.
Bu fikrin gündeme gelmesi savaşın uzamasından ve bazılarının, çok geç de olsa, savaşın günler ve haftalar içinde sona ermeyip aylar ve belki de hiçbir tarafın lehine çözülmeden yıllarca sürebileceğini fark etmesinden kaynaklanıyor. Binlerce sivilin yaşamını yitirmesi,hayatını kaybetmesi, başkent Hartum ve Darfur şehirlerinde meydana gelen büyük hasarlar ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı, devlet kurumları, ekonomik kuruluşlar, bankalar, fabrikalar ve vatandaşların evleri ve mülklerinin tahrip edilmesi gibi birçok şey yaşandı. Ülke içinde hala yerinden olan insanlar ve dış ülkelere kaçanlar var.
Bazı komşu ülkeler, silahlı kuvvetlerin Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) karşısında önemli mevzileri kaybettiği birbirini izleyen çatışmaların sonuçlarından endişe duyuyor. Son dönemde, olası bir kapsamlı saldırıya hazırlık olarak çatışmaların yoğunlaştığı son üç mevzinin önemi biliniyor. Bunlar; Eş-Şecera’daki Zırhlı Birlik, Omdurman’daki Mühendisler Birliği ve Vadi Seyyidina Hava Üssü. Bu üç mevzinin düşmesi, Hartum’da (nam-ı diğer üçlü başşehir) savaşların sonu ve silahlı kuvvetlerin elinde Genel Komutanlık ve bölgelerdeki askeri garnizonlar olsa bile Hartum içindeki kontrolünü tamamen kaybetmesi demek. Sudan’daki askeri darbelerin tarihi, Hartum’u kim kontrol ederse, farklı bölgelerdeki geri kalan askeri birliklerin ona itaat borçlu olacağını gösteriyor.
Bölge ülkelerinden biri, Sudan meselesiyle ilgilenen uluslararası güçlere, bu mevzilerin HDK’nin eline düşmesine izin vermeyeceğini bildirdi. Gönderdiği mesajlarda iki seçeneğin olduğunu belirtti; ya bölgesel-uluslararası bir koordinasyonla müdahale şekli benimsenerek çatışmaların durdurulması, mevcut durumun korunması ve daha sonra kapsamlı bir çözüm üzerinde müzakerelere geçilmesi ya da doğrudan güçlü bir hava ve sınırlı bir kara desteğiyle müdahale edilmesi. Teklifi sunan ülke bu seçeneği tercih etmese de, gerektiğinde buna başvuracağını ifade etti.
Afrika çerçevesine gelince; Afrika Birliği (AfB) ile Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi (IGAD) arasında bir koordinasyon olduğu açık. IGAD ve AfB’nin tercih ettiği senaryo, UNAMID güçlerinde (Darfur’daki BM-AfB ortak misyonu) olduğu gibi, Afrika güçlerini uluslararası destek ve finansmanla bölgeye göndermek. UNAMID 13 yıl kaldığı bölgeden 2020 yılında çıkarken askeri ve sivil 40 binden fazla üyesi bulunuyordu.
Halka gelince; Hartum ve Darfur gibi çatışma bölgelerinde yaşayan sıradan vatandaşların uluslararası müdahaleyi memnuniyetle karşılayacağı kesin. Çünkü onlar, basitçe, çatışan tarafların sağlayamadığı korumayı arıyorlar. Nitekim ordu kışlasına sığınarak onları mallarını talan edip yağmalayan, canlarını alan, kadınlarına fiziksel saldırıda bulunan ve göçe zorlayan HDK’nin insafına bırakmış durumda. Bu yüzden yaralı ve kırılmış bir vatanseverlik duygusuyla da olsa elden gelen bir şey olmadığı için bu müdahaleyi tercih edebilirler.
Siyasi güçlerin arasında ise keskin bir bölünme olacaktır. Bazı güçler ilkesel olarak uluslararası müdahaleyi reddeden siyasi bir tutumla hareket edip bunu ulusal egemenliğin bir ihlali olarak sayarak, uluslararası müdahalenin istikrar ve barış getirmediği Libya ve Yemen gibi diğer ülkelerin deneyimlerini örnek olarak gösterecektir. Diğer güçler ise bunu, özellikle ulusal güçlerin sorunu iç çabalarla çözememesi durumunda, sivilleri korumak ve uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için müdahale ilkesini öne süren uluslararası politikadaki modern fikirler doğrultusunda bir gereklilik olarak göreceklerdir.
Uluslararası müdahaleyi reddedenlerin başında siyasal İslamcıların geleceği su götürmez bir gerçek. Hatta buna karşı cihat bile ilan edebilirler. Çünkü hâkim savaş atmosferi, silahlı kuvvetlerin yanında vatanın savunucuları olarak sahneye dönmeleri için uygun bir atmosferdi. Ordunun HDK’ye karşı zaferi tamamlandığında, bunun sadece siyasi arenaya değil, zaferin ortağı olarak iktidara da resmen dönme şanslarını artıracağını düşünüyorlar.
Geriye iki savaşan gücün (ordu ve HDK) tutumu kalıyor. Bu iki tarafın tutumu, sahadaki savaşların sonuçlarına göre belirlenecek. Kendini zafere yakın gören taraf, uluslararası müdahaleyi, onu zaferin meyvelerinden mahrum bırakan bir engel olarak görecektir. Ordu Komutanlığı ise bölünmüş olacak; bazıları durumu kurtarmak ve prestijinden ve gücünden geriye kalanlarla ordu kurumunu korumak için bunu bir fırsat olarak görecek, bazıları ise komutanlığın ödeyeceği ağır siyasi bedele odaklanacaktır. Uluslararası müdahale ile gerçekleştirilecek herhangi bir müzakere sürecinin, ordu ve HDK liderlerini gelecekteki herhangi bir rolden uzaklaştıracağı kesin, ki bu, iktidarı korumak için şahsi hırsları olanları için büyük bir kayıp demektir.