Semir et-Taki
TT

Nükleer uçuruma doğru yürüyen uyurgezerleriz!

Ukrayna savaşının oluşturduğu iklim, mevcut küresel güvenlik sisteminin son demlerinde olduğunu açıkça gösterdi. Taktiksel nükleer bombalar, bin kilometreyi aşan bir cephede zırhlı güçler arasındaki meydan karşılaşmasının gerçeklerini değiştirmiyorken uzmanlar, Başkan Putin’in herhangi bir nükleer maceraya atılması ihtimalini uzak görmekle birlikte bu ihtimali ciddi bir şekilde hesaba katıyor.

En az geçen yüzyılın ortasından beri büyük nükleer güçler, küçük savaşlarını kaybediyor ve böylece geriye mevcut uluslararası kargaşanın en önemli sorusu kalıyor: Korku ya da dogmatik kibir, ne zaman bir lideri nükleer düğmeye basmaya itecek? Dolayısıyla yaklaşan bir nükleer patlama tehlikesi, bir tek Ukrayna meselesinde değil, aslında güvenlik sisteminin tümüyle çökmesinde yatıyor.

Tarih, kitlesel bilgelik özelliğinin insanların tabiatında olmadığını ispatlıyor; aksine ortak hafızaları bazen bir balık hafızasını geçmez. Soğuk Savaş, dünyanın barışçıl idaresi için istisnai bir durumdu. Ancak bu barışın kaynağı, insanlık tarihinde benzeri olmayan istisnai bir iklimdeki ikincil faktörlerdi.

Hiroşima’dan aylar önce Yalta anlaşmaları, dünya haritasının bölünmesine izin verdi. Savaştaki her galip, herhangi bir değişiklikten muaf olarak kendi stratejik alanını korudu. Buna karşılık Ortadoğu dahil olmak üzere çevre bölgelerdeki pek çok çatışma, güç dengelerinin test alanı olarak tutuşmaya bırakıldı.

O zamanlar, bilhassa 1990’ların başındaki Küba füzesi krizi deneyiminden sonra karşı caydırıcılık ve dünyayı paylaşma zihniyeti iyice yerleşmiş görünüyordu. İki kutuptan birinin doğrudan egemenlik çemberine düşen ülkelerin de ne pahasına olursa olsun kaçmasına izin verilmedi.

Ne demokrasinin Doğu’da ilerlemesine ne de sosyalizmin Batı’da yayılmasına müsaade edildi. Tarihin çekici, Yalta’yı devirmeyi geçici bir süre başaramadı. Bir yanda 1940’ların sonunda Ukrayna ve Baltık ülkelerindeki demokrasi devrimine, 1950’lerdeki Macaristan devrimine ve Çekoslovakya ya da Polonya’daki Dubcek devrimine (Kadife Devrim); diğer yanda 1960’lardaki Fransız solu devrimine, Birleşik Krallık’ta radikal solun yükselişine ya da Güney Amerika, Sudan ve Umman’daki sosyalist devrimlere vs. rağmen hiçbirinin Yalta’nın yörüngesinden çıkmasına izin verilmedi.

Demir Perde’nin her iki tarafındaki siyasi ve askerî seçkinler arasındaki güvenin artmasıyla birlikte ‘sıcak hatlar’ ve kısıtlamalardan oluşan karmaşık bir sistem kuruldu ve füzeler, anti-füzeler ve ileri caydırıcılık sistemlerindeki teknik gelişim yasaklandı. Birleşik Krallık, Fransa ve Çin de bu anlaşmalara bağlı kabul edildi.

Ancak tarihin ebedi özelliği, durgunluk değil, dönüşümdür ve uluslararası ilişkilerin özelliği de dürüstlük değil, aldatmacadır. Böylece De Gaulle’ün Fransa’sı, İsrail’in nükleer silahları için yoğun suyu geçti; Çin, nükleer silah teknolojilerini Pakistan’a devretti; Rusya da Hindistan için nükleer teknolojiyi kolaylaştırdı, sonra da nükleer teknolojiyi Kuzey Kore’ye devretti. Tabi sonrasında da Çinli Carl Lee şirketleri, İran’a nükleer reaktör malzemeleri ve füzeler tedarik etme işini üstlendi.

Bu oyunun sırlı kelimesi inkârdı. Motivasyon ise üstünlüğe galebe çalmak ve stratejik düşmanları istikrarsızlaştırmak idi.

On yıllar sonra birkaç nükleer ülke sınıfımız oldu. Bunlardan bazısı silahı duyurup kontrol ediyor, bazısı bulunduruyor ama ilan etmiyor, bazısı silahı uluslararası sistemin dışında geliştirmek için hızlı adımlar atıyor; Arjantin, Brezilya, Almanya ve Güney Kore gibi bazıları da silaha bilişsel ve teknik açıdan sahip olmakla birlikte bu silahın ‘rafta’ tutulması ve üretiminden kaçınılması konusunda uluslararası güçlerle uzlaşıyor.

Bununla beraber mevcut nükleer durumun aşırı tehlikeli olmasının temel sebebi, yalnızca bu ihlaller değildir. Aynı zamanda uluslararası barış ve güvenlik sisteminin çöküp yerini sonuçları öngörülemez bir kaosa bırakması da bunda etkendir.

Soğuk Savaş sırasında şunlar vardı:

Birincisi: Her kutbun diğerinin adresini bildiği bir kutup sisteminin sağladığı lüks ve bilgi alışverişi için istikrarlı ve bilge yönetici kurumlar tarafından kontrol edilen şeffaf bir sistem. İki kutuplu sistem çöktükten sonra ikincil unsurlar da çöktü ve uluslararası hukukun dışında faaliyet gösterip nükleer projelerini gizleyen intikamcı veya dogmatik devrimci ülkeler ortaya çıktı. Dogmatik sistemlerin tehlikesi, bu sistemlerden gelen herhangi bir siyasi ya da askerî hareketin eli kulağında bir nükleer savaşa hazırlanma ya da donanma olarak yorumlanabilir olmasıdır.  

İkincisi: Eski nükleer istikrar, iki kutup arasındaki gerilimin sınırları üzerine anlaşmalara dayanıyor ve bu anlaşmalar Yalta’dan Ortadoğu ve Afrika’daki çatışmalar ile silah satışlarını kontrol etmeye kadar uzanıyordu. Mevcut durum ise tamamen farklı! Bölgesel güçler ile ana uluslararası kutuplar arasındaki çatışma, tüm dünyada çatışmaya açık hale geliyor.

Üçüncüsü: Modern teknolojilerin gelişimini engellemek için bir uzlaşma vardı. Öyle ki hiçbir taraf, saldırı ve savunma kabiliyetini dengeyi bozacak şekilde geliştirmiyordu. Ama modern teknolojiler, süper makineler ve yapay zekâ, önceki denetleme ve caydırma mekanizmalarını çökerten oldukça karmaşık yeni bir stratejik durum oluşturdu.

Dördüncüsü: Nükleer ülkelerin birçok vasat ülkeyle suç ortaklığı, nükleer teknolojilerin onaylanmasına ve kontrol ve bilgi mekanizmalarının gevşeyerek hesaplanamayan değişkenler ve risklerin yönettiği kapalı bir kutu haline gelmesine izin verdi.

Beşincisi: Soğuk Savaş esnasında nükleer ülkelerin, nükleer olmayan ülkelere nükleer bir ülkeden gelecek herhangi bir saldırıya karşı koruma sağlama yükümlülüğü vardı. Ancak bu teminatlar, Amerika’nın asılsız bir bahaneyle Irak’ı işgalinde olduğu gibi çok geçmeden buharlaştı. Ardından, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Batılı ülkeler ve Rusya, nükleer donanımından vazgeçmesi karşılığında Ukrayna’ya güvenlik garantileri verdi. Gelgelelim Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, bu garantileri bozdu ve elli yılı aşkın bir süredir savaşların durmadığı bir kıta için istisnai an sona erdi.

Şimdi, herhangi bir gelecek hesabını bir kenara bırakarak, hiç şüphesiz Ukrayna’nın Atlantik nükleer sistemi dışında kalması, Rusya lehine nükleer silahlarından vazgeçme şeklindeki tarihî hatasından geri adım atması için derin bir motivasyon oluşturuyor. Ya Ukrayna, NATO’ya katılacak ya da Avrupa, bir Avrupa güvenlik ve barış sistemi yokluğunda nükleer projelerin mantar gibi büyüdüğü bir yuva haline gelecek.

Tüm bunlar, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası hukuk sisteminde bulunan ölümcül bir yapısal zayıflık bağlamında yaşanıyor.

Altıncısı: ABD, topraklarını savaşların tehlikesinden uzak tutmaya çalışırken aşırı teknolojik gücünü uzaktan göstermeyi tercih etmeye başladı. Artık kitle imha silahlarının yayıldığı ve kendisi için daha az önemli olan bazı uluslararası gerilim noktalarından çıkmaya meylediyor.

Afganistan’dan çekilmesi, bu politikaya bariz bir örneklik oluşturuyor ve İran bir yana Hindistan, Pakistan, Çin ve Rusya gibi nükleer ülkelerin stratejik çıkarları derin bir şekilde çatışıyor. Şimdi ABD, İsrail dahil olmak üzere müttefiklerini kendi başlarının çaresine bakmaya terk ederek Ortadoğu’daki bağlılıklarını azaltıyor. Bu, pratikte geniş bir nükleer silahlanma yarışı için model niteliğinde bir reçetedir.

Yedincisi: En önemlisi, Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra nükleer ülkeler kendilerine, kitle imha silahlarına sahip olmayan ülkelere karşı önleyici ya da intikamcı savaşlar ilkesini yeniden değerlendirme hakkı tanıdılar. ABD’nin Irak ve Afganistan’a yönelik feci işgalinde teröre karşı gerekçesi buydu. Aynı şekilde Rusya da Gürcistan’dan Suriye’ye ve son olarak Ukrayna’da teröre karşı savaşlarında bu gerekçeye tutunuyor.

Meşruiyete ve uluslararası kurumlara dayanmak yerine önleyici savaşlara başvurmak, siyasi ve askerî bir baskı ortamı oluşturdu ve bu, vasat ülkelerin önlem ve stratejik caydırıcılık konusunda daha istekli olmaları durumunu yansıttı.

Son olarak, mevcut çatışmalara dair stratejistler arasındaki tartışma, nükleer silahların taktiksel kullanımı fikrini kabullenme ve normalleştirmenin çekiciliğini artırıyor.

Böylece eski uluslararası düzen çökerken yenisinin doğuşu sekteye uğruyor, yaklaşan tehlikenin aynı kalması için sebepler çoğalıyor. Biz insanlar da nükleer uçuruma doğru gaflet içinde emin adımlarla ilerliyoruz.