İsrail, kendisine ve dünyaya iki farklı görüntü sunuyor; bir yanda uluslararası hukuka aykırı ve onun dayatmalarından bağımsız bir işgalci ve yerleşimci devlet görüntüsü var. Bu görüntü günlük olarak ve birden farklı düzeyde uygulanıyor, dünyada ona sempati duyanların birçoğunu onu terk etmeye zorluyor ya da sempatilerini sorgulamaya itiyor.
Diğer yanda yüz binlerce vatandaşının 30 haftadır durmadan ve yorulmadan, Yüksek Mahkeme'nin yürütme organına karşı yetkilerini savunmak için gösteriler yaptığı bir İsrail var. Demokrasiyi kuşatan popülizme ve onu kemiren liderliğe karşı demokratik bir savaş yürütüyorlar.
Günümüzde bir ülkenin toprak işgal etmesi ve yerleşim yerleri inşa etmesi nasıl alışılmadık bir durumsa, yüz binlerce insanın Yüksek Mahkeme'yi savunmak için gösteri yapması en azından Ortadoğu'da o kadar alışılmadık bir durum. Ne yazık ki bu, ülkelerimizde hiçbir şekilde popüler olmayan bir olay.
Bu iki özelliği bir araya getirmek, bizi eski demokrasi ya da kolonyal demokrasi diyebileceğimiz şeyle karşı karşıya bırakıyor. İşte bu deneyimde siyaset, belli bir ulusal iç mekânda ileri düzeyde yaşanmakta ve uygulanmaktadır. Bu, içeriden ayrılanlar ve oraya ait olmayanlar ise yabancı ve diğerleridir. Burada diğeri, daha aşağı ve daha az hakka sahip olanlar için kullanılan bir tanımdır. Hatta bunlar eski Atinalıların deyimiyle "barbar” bile sayılabilir.
Apartheid döneminde Güney Afrika nasıl ki bu modelin açık bir örneği ise Myanmar gibi bir ülke buna başka bir örnek sunmuştur. Orada Ang San Su Çi orduya karşı demokrasi ve sivil yönetimi savunmak için savaştı. Uzun süreli bir tutukluluğu ve baskıyı da içeren bu mücadelesi onu küresel ölçekte bir demokrasi ikonuna dönüştürdü. Böylece örneğin, 1991'de Nobel Barış Ödülü'nü kazandı ve bu kesintisiz bir küresel kutlamanın konusu oldu. Ancak askeri rejim düştüğünde ve kendisi ülkenin birinci fiili yöneticisi olduğunda, ülkesindeki Rohingya Müslümanlarına yönelik bir katliama nezaret ettiğini gördük. Toplu katliam suçunun işlenmesinde generallerle yaptığı gizli suç ortaklığı ve ardından bu suçu örtbas etmesi, ordunun kendisine ve demokratik örtüsüne olan ihtiyacını ortadan kaldırdı. Sonuç olarak, partisi sadece aylar önce genel seçimleri kazanmış olmasına rağmen, 2021'de iktidarına karşı darbe yapan generaller tarafından devrildi.
Diğer bir deyişle evrensel bir değer haline gelen demokrasi; "burada" demokrasi, "orada" işgal olamaz. Çünkü içerisi ve dışarısı arasındaki bu keskin ayrım, kısa sürede genişler ve “burasının” kendi içinde bir ayrıma dönüşür. Bu, demokrasi ve siyaseti ortadan kaldırmanın en iyi reçetesidir.
Gerçek şu ki, bu tür davranışlar iyi bilinen bir tarihsel süreçle çelişmektedir. Bunun nedeni, modern demokrasinin aslen sömürgeci ülkelerde doğması, sonra gelişmesi ve temel özelliklerinden birinin dekolonizasyon ve sömürgecilik karşıtlığı haline gelmesidir. Bu savaş, Fransa’da Cezayir'in bağımsızlığı ile birlikte sonuçlanmıştı. O zamanlar işgalin devamının yalnızca Fransız demokrasisini devirme değil, aynı zamanda Fransızlar arasında bir iç savaşın patlak vermesi tehdidi de taşıdığı açıkça görüldü.
Demokrasinin geçmişte bıraktığı ve aştığı daha önceki bir döneme gerilemesi olasılığı, bugün milliyetçiliğe ve liderlik rollerine sadakatleri, demokrasiye olan sadakatlerinden çok daha büyük olan ulusal liderler tarafından yönetilen popülist yükselişle bir şekilde pekişti.
İsrail'e ve bugün tehdit altında olan eksik demokrasisine geri dönersek, kurtuluşun aynı yolda yürümeye geri dönmek olduğunu hayal etmek zor olacak. Bu anlamda Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini savunmanın yanı sıra, işgal ve yerleşime karşı çıkmak kaçınılmaz olacaktır. Bu, Filistinlilerin, isterlerse, İsrail için dönüm noktası olan bu hadiseye daha fazla ilgi göstererek ve daha fazla katılımda bulunarak tamamlayabilecekleri bir görevdir. Zira eksik olsa bile Yahudi devleti içinde var olan demokrasi kampı, dışarıdan ve onun baskılarından etkilenmektedir. Dahası, kapsayıcı ve geliştirilebilir değerler temelinde muhatap alınabilir. Söz konusu kampın herhangi bir demokratik çöküşten doğrudan etkilenen taraf olacağından bahsetmiyoruz bile. Binyamin Netanyahu'nun etrafında toplanan dindarlar ve milliyetçiler kampına gelince, bu kampta ötekine kapalı olma ve ona karşı saf düşmanlıktan başka bir şey yok.
Öte yandan, İran ile Filistinli ve Lübnanlı gruplarının pembe abartılarından uzakta Filistinlilerin iç durumu, birçoğumuzun söylediği gibi İsrail'in çöküşünün onları güçlendireceğini varsayacak kadar cesaret verici değil. Aksine ve özellikle Filistin Yönetimi, muhaliflerinin çabalarına eklenen çabaları nedeniyle somut, olumlu bir etki yaratamazken, böyle bir çöküş, bir dizi çöküşe eklenecek başka bir Filistinli çöküşün başlangıcını oluşturabilir. Filistin ve İsrail'i çevreleyen Arap bölgesi ise Lübnan ve Suriye'den Irak'a ve tersi yönde uzanan eşi benzeri görülmemiş bir parçalanma yaşıyor.
Sonuç olarak bu, sevginin birleştirmediği ancak çıkarların birleştirebileceği ve birleşmesi gereken birçok tarafın sorumluluğudur. Güney Afrika'da hem Mandela hem de De Clercq tarafından çıkarılan derstir. Ama bizde benzer bir dersi çıkaracak kimse yok.