Hanna Salih
Lübnanlı yazar
TT

Mutlu bir halkı nasıl dilenciye dönüştürürsünüz?

Seffâh Cemal Paşa’nın ordusu, eli silah tutabilecek bütün erkekleri silah altına alarak Süveyş Kanalı’ndaki Türk güçlerine destek kuvvet olarak gönderdi. Bazıları da Anadolu’ya gönderildi. Seferberlikten kaçabilenler ise dağlarda gizlenip orada yaşadılar. Bu nedenle tarlalar işlenmedi. Tarım geriledi. Asmalar kurudu. Çekirgeler her şeyi yiyip bitirdi. Kıtlık yayıldı ve çok sayıda Lübnanlı hayatını kaybetti.
Kimi tarihçiler ölenlerin sayısının en az 150 bin olduğunu kimileri de 250 bine yaklaştığını belirtiyorlar. Bu rakam, o dönemde yani Lübnanlıların “14 Savaşı” adını verdiği Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki nüfusun sayısına oranla çok büyük bir rakamdı.
Yüzyılı aşkın bir süre sonra bugün Lübnan, hemen iç savaştan sonra başlayan benzer bir felaket ile karşı karşıya bulunuyor. Bu savaştan sonra genel olarak dışarısı ile bağlantıları olan bir siyasi sınıf yoldan çıktı. Savaş suçlarını af yasasını destekleyen Suriye rejimi işgali altında otoritesini ve gücünü tesis etmeye başladı. Af yasası ile milis güçlerin liderleri yöneticiler safına geçti. Anayasa askıya alındı ve mezhepçi kota sistemi getirildi. Çeşitliliğe sahip olmayan, bankacılık ve gayrimenkul ikilisine dayanan bir ekonomi sistemi kuruldu. Emeklerini ve haklarını yemekten çekinmeyen kişiler Lübnanlılara musallat oldu. Bunlar her zaman anayasaya aykırı olan seçim yasalarını kopyalayıp yürürlüğe sokmayı başardı. Bu sayede, makam ve mevkiler babadan oğula ve toruna, birinci dereceden yakınlara miras bırakılır oldu.
Söz konusu grupların varlığı da sürekli hale geldi. Makam ve mevkiler onlara adandı. Buna dayanarak bakanlıkları kendi aralarında paylaştırdılar hatta bazılarına“yağlı” gibi isimler verdiler. Kamu borcunun artması ve astronomik oranlara ulaşmasına karşın bazı cumhurbaşkalarının görev süresi uzatılıyordu. Nitekim Lübnan Merkez Bankası Başkanı, 26 senedir bu görevde bulunuyor.
Üretken ve yaratıcı Lübnan vatandaşı, azla yetinmeye razı oldu. Belki de sorun da budur. Yani azla yetinmeyi kabul etmesidir. Çünkü bu, (kurban memnun ama katil yine de memnun değil sözünü haklı çıkarırcasına) yönetici sınıfın açgözlülüğünün artmasına yol açtı.
Lübnan çağın suçuna tanık oldu. Mezhepçi liderlerden bir ittifak inşa eden bazı siyasi seçkinler, devletin kaynaklarını kuruttular. Daha sonra da eşi benzeri görülmemiş bir kolaylıkla, insanların birikimlerine ve ömür boyu biriktirdiklerine el koymak için ellerini onların ceplerine uzatmaya başladılar. Siyasi sınıf ile bankalar arasındaki bu kara ittifak, aşikar bir şekilde Lübnanlıların sahip oldukları ve bankalarda bulunan nakit paralarına el koydu, hesaplarını ve mevdulatlarını ele geçirdiler.
Hatta geçici hükümetin Ekonomi Bakanı, Merkez Bankası ile birlikte bankacılık sektörünün toplam rezervlerinin 180 milyar dolardan 40 milyara gerilediğini itiraf etti. Yani devlet içindeki yağma, Merkez Bankası’nın rezervlerine de uzandı ve tam 140 milyar dolar yağmalandı. Asıl komik olan ise hiçbir yetkilinin bununla ilgilenmemesi, hiçbir bakan ya da milletvekilinin istifa etmemesi. Aksine yönetim, hesap ve mevduat sahiplerini günlük şoklara maruz bırakan ve yasalara aykırı prosedürler uygulamaya başlayan “bankacılık karteli”ni korumak için  hukuki önlemler aldı.
Daha açık olmak gerekirse, aylıkların bankalar aracılığıyla ödenmesi politikasının uygulanması sonucunda toplamda 1 milyon 752 bin banka hesabı olduğu ve bu hesaplarda toplamda yaklaşık 1 milyar 900 milyon dolar olduğu ortaya çıktı. Ancak çalışanlar ve emekliler bu hesaplarda bulunan aylıklarını çekemiyorlar. Çünkü istedikleri gibi bir limit belirlemiş olan bankalar insanların bu limitin üstünde para çekmelerine izin vermiyor. Bunun yanısıra, toplam varlıkları 23 milyar dolara ulaşan 937 bin banka hesabı olduğu da ortaya çıktı.
Bu hesaplar, orta kesimlere özellikle de yurtdışında çalışan ve yüksek faize maruz kaldıkları için birikimlerini ülkelerindeki bankalara taşıyan gençlere ait hesaplar.
Ama şimdi paralarını geri almaları mümkün değil çünkü zaten ortada bir para yok...
Yönetimdeki çete dışında çok paraya sahip olanlar bile sadece kağıt üstünde kendisine sahipler.
Hükümetin attığı adımlarla, bankalardaki hesaplarda bulunan döviz cinsinden paralar, 1 dolar=1,507 Lübnan Lirası (LBP) döviz kuru üzerinden işlem görerek zorla Lübnan Lirası’na dönüştürülmeye başlandı. Oysa aynı dönemde doların serbest piyasadaki gerçek fiyatı 2,100 LBP'yi geçiyordu. Lübnan Merkez Bankası Başkanı, döviz kurunun daha ne kadar yükselebileceğini bilmediğini açıkladı. Merkez Bankası, yakın bir zamanda yürürlüğe girecek planı uygulamak ve banknot basmak için yurtdışından yüzlerce ton kağıt ithal etti. Bunun sonucu, vatandaşların yaklaşık yüzde 35 oranında net kaybı ve hızlı bir şekilde yüzde 50’yi aşmaya ilerleyen enflasyon oldu.
Yetkililer, üretken, mutlu ve onların kibrine katlanan bir halkı dilencilere dönüştürüyorlar. Vatandaşlarda bunun farkına varmaya başladılar. Nitekim, bütün bu yağmadan sorumlu taraflar, 3 litre yağ gibi “gıda yardımları” yapmaya ve “yakacak yardımı” adı altında her aileye 10 litre mazot dağıtmaya başlayarak büyük bir küçük düşürme kampanyası başlatmış bulunuyor. Ancak, yönetimin, organlarının gücüne, mezhepçi kota sistem ile yolsuzları korumayı seçen Hizbullah’ı  sahip olduğu güce rağmen Lübnan vatandaşını dilenciye dönüştürmekte başarılı olamayacaklar.
Felaketin büyüklüğüne karşın, egemen zorbalar kota sistemine dayanan yeni bir hükümet kurma çabalarını sürdürüyorlar. Lübnanlıların çoğunun kendilerini reaya değil vatandaş olarak gördüklerinin altını çizen devrimin taleplerini önemsemiyor ve insanların seslerini duymuyorlar.  Ancak, başlangıcından bu yana yaklaşık 2,5 ay geçen onur devriminin sonuçları ile ilgili yapılan ve bir ilk olan istatistik, Lübnanlıların yüzde 62’sinin devrimi desteklediğini ortaya çıkardı. Devrimin, maruz kaldığı korkutma politikaları, hainlik suçlamaları, saldırılar, çadırlarının sökülmesi ve sızma girişimlerine rağmen yeni ve en güçlü denklem olduğunu kanıtladığını gösterdi. Oysa Lübnan böyle bir birliğe ne 1943 yılındaki ilk bağımsızlık ne de 2005’teki ikinci bağımsızlık savaşında dahi tanık olmamıştı. Bu nedenle, zaman kaçırmadan melez bir hükümet kurmak için girişimler artmış durumda. Devrimle çatıştığı, içeride ve dışarıdakilerin güveninden yoksun olduğu, her bir üyesi ülkeyi yağmalayan, Lübnan’ı yok oluşa sürükleyen, halkını açlığa mahkum eden yolsuz yönetimden olacağı için yolsuz sayılacak böyle bir hükümet ancak genel yıkımı derinleştirebilir.     
Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih dün yaptığı açıklamada anayasanın koruyucusu olarak, halkın ve meydanlar ile  sokakların yönetimin kaynağı olduğunu, insanların talepleriyle çelişen bir başbakan atamayacağını çünkü bu başbakanın meşru olmayacağını düşündüğünü ifade etti.
17 Ekim’den bu yana sokak, devlete ve hükümete verdiği güveni geri çekti. Ülkenin başındaki fiili yönetim ise buna rağmen onun görüşelrine ve taleplerine önem vermedi.
Bu kuşkusuz herkesin hayranlığını kazanan onur devrimine daha fazla itiş gücü verecek.
Eninde sonunda devletin yeniden yapılandırılmasını sağlayacak, hakları geri alacak, sivil, haklara saygılı, şeffaf ve hukuki bir devlet inşa edecek devrime güç verecek.