Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

İran’da üstünlük kimin? Ordunun mu yoksa İran Devrim Muhafızları’nın mı?

Korona pandemisinin ya ruhları değiştirip kalpleri yumuşatacağını ya da şiddeti bileyeceğini düşünüyorduk. Ne yazık ki İran’da ikincisi gerçekleşti. 13 yaşındaki Romina Ashrafi uyurken babası başını orakla kesti. Romina, 35 yaşındaki bir adamı sevmiş ve onunla evlenmek için evden kaçmıştı. İki ailenin sevgililere karşı birleşmeleri üzerine ikisi polis tarafından tutuklanmışlardı. Romina polise hayatından endişe duyduğunu söylese de İran yasaları gereğince kendisininin babasına teslim edilmesi gerekiyordu. Babası da o uyurken başını kesti. Yine İran yasalarına göre 13 yaşındaki kızlar evlenebilirler. Ama Romina evlendirilmedi. Bu olay üzerine sosyal medya galeyana geldi. Ancak İran İslami Şura Meclisi’nden bir kadın milletvekili, babanın kızının vasisi olduğu için katil olmadığını söyledi. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de bu yasanın değiştirilmesi gerektiğini mırıldandı.
Seven bir kızın başının kesilmesi ile radikallerin egemen olduğu Şura Meclisi kadın milletvekilinin açıklaması arasında İran’ın gündeminde, eski Tahran Belediye başkanı Muhammed Bakır Galibaf’ın İran İslami Danışma Meclisi Başkanlığı'na seçilmesi de vardı. Galibaf bir yıl boyunca İran Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı görevini üstlenmiş ve üç kez cumhurbaşkanı adayı olup başarısızlığa uğramıştı. Ancak Dini Lider Ali Hamaney’e bağlılığı kendisine yükselme yolunu açmış olacak ki sonunda İran İslami Danışma Meclisi Başkanlığı'na seçildi. Böylece İran rejimi içinde Laricani ailesi dönemini de bitirilmiş oldu.
Geçmişte kendisini ılımlı olarak sunan Galibaf, 2005 yılı ile 2017 yılları arasındaki belediye başkanlığı dönemi ile ilgili yolsuzluk suçlamalarını unutmuş görünen 264 milletvekilinden aşırılık yanlısı 230’unun oyunu alarak başkanlığı kazandı.
Gündemdeki bir diğer konu da geçen pazartesi günü radikal milletvekillerinden Mucteba Zunnur’un (Zunnureyn) açıklamalarıydı. Zunnur, geçen kasım ayı ortalarında akaryakıt fiyatlarına yapılan zam nedeniyle patlak veren protesto gösterilerinde öldürülen göstericilerin sayısını daha az göstermeye çalıştı. İranlı Öğrenciler Haber Ajansı'na (ISNA) yaptığı açıklamada, ölü sayısının 230 olduğunu, Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda öldürülenlerin çoğunun başlarından veya göğüslerinden vurulduklarını, yani güvenlik güçlerine protestocuları öldürme emri verildiğini kaydettiğini ama bunun doğru olmadığını belirtti. Oysa geçen aralık ayında Reuters haber ajansı, Hamaney’in çevresine yakın üç kaynaktan kasım ayındaki protesto gösterilerinde yaklaşık bin 500 kişinin öldürüldüğünü ve Hamaney’in güvenlik güçlerine açıkça, “Protesto gösterilerini durdurmak için ne gerekiyorsa yapın” dediğini nakletmişti.
Yine de bütün bu gelişmeler ve gündem, İran’ın düzenli ordusu içinde, küllerin altındaki közlerin alevlenmeye başladığını gizlemeyi başaramadı. İran ordusu içinde bütün kararların Devrim Muhafızları’nın elinde olmasını kabul eden ve buna boyun eğen komutanlar kadar Devrim Muhafızları’nın etkisinden, din adamlarının yüceltilmesinden ve sahip oldukları güçten şikayet eden komutanlar da olduğu söyleniyor.
İran adetlerinin gerektirdiği gibi geçen pazartesi günü İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Hüseyin Bakiri, İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu Ayetullah Humeyni’nin ölüm yıl dönümünü anma töreninde yaptığı konuşmada, düşmanları herhangi bir zaman ve mekanda herhangi bir yanlış hesapta bulunmamaları konusunda uyardı. Burada dikkat çekilmesi gereken ve gerçekten ilginç olan bir nokta var ki o da Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın bu vesile ile bize bir konuşma yapmamış olması. İran Devrim Muhafızları kendisine yönelik yaptırımlar ve tehditler nedeniyle daralmış olduğu ve Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra saflarında bazı dağılmalar görüldüğü için düşmanlara gözdağı verme görevini Genelkurmay Başkanı Bakiri üstlenmiş görünüyor. Bakiri de İran Silahlı Kuvvetleri’nin düşmanca eylemlere karşılık vermeye ve tehditlerle yüzleşmeye tamamen hazır olduğunu duyurarak bunu yerine getirdi. ABD’nin şu an Basra Körfezi’nde düzenlediği askeri tatbikatlara atıfta bulunarak, düzenli ordu güçlerinin caydırıcılığı güçlendirme, savunma yeteneklerini en üst düzeye çıkarma ve saldırı yöntemlerini modernleştirme stratejisine bağlı olduğunu ifade etti.
Muhammed Hüseyin Bakiri ayrıca Siyonist hegemonya ve bölgesel gerici rejimler cephesinin, İran’a yönelik askeri tehditlerin ve ekonomik savaşların tamamının sona erdiğini ve başarısız olduğunu da belirtti. İran’ın İslam dünyasında kurduğu direniş gruplarını övdü. Batı Asya’daki direniş cephesinin zaferini kutladı. Bu aktif direnişin, Büyük Ortadoğu ve Yüzyılın Anlaşması komplolarını engellediğine işaret etti. Bakiri’ye göre bu grupların en önemli başarısı ise ABD’nin bölgeden çekilmesini bölgesel ve küresel bir talebe dönüştürmeleriydi. Bu sözlerle İran dünyayı ve bölgeyi Venezuela ve Hizbullah ile sınırlamış gibi görünüyor. Çünkü bu konuda kendisini sadece Venezuela ve Hizbullah destekliyor. Nitekim Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, yakın zamanda İran’ı ziyaret edeceğini açıkladı. Bakiri’nin açıklamaları, diğer komutanların maddi ve manevi olarak dışlandıklarını, unvanlardan ve apoletlerindeki yıldızlardan ibaret olduklarını hissettikleri, medyanın bile kendilerine karşı ilgisiz olduğunu düşündükleri gerçeğini yansıtmıyor. Nitekim önceki gün, Genelkurmay Başkanı Yardımcısı Amiral Habibullah Seyyari herkesi hedef alan açıklamalar yaptı. Bunların hepsi hedefine ulaştı ama gizli güçler, yani Devrim Muhafızları bunları önemsiz göstermeye ve engellemeye çalıştı. Ancak bunu tartıştıkları sırada Seyyari’nin açıklamaları çoktan yayılmıştı. Seyyari ilk olarak devlete bağlı medyanın düzenli orduyu görmezden gelmesinden duyduğu memnuniyetsizliği acı bir şekilde dile getirdi. Oysa daha önce düzenli ordu komutanları, Devrim Muhafızları’nı eleştirmek bir yana ülkenin ekonomik ve siyasi meseleleri hakkında yorum yapmaktan bile kesin bir şekilde kaçınırlardı.
Seyyari, İran resmi haber ajansı IRNA’nın kendisi ile yaptığı röportaj sırasında verdiği beyanatlarla haber ajansını zor durumda bıraktı. Ordunun kurallara saygı duyarak ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale etmediğini vurguladı ama sözlerine şunu da ekledi:
“Bu politikadan anlamadığımız anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Biz politikayı çok iyi anlıyor ve dikkatle analiz ediyoruz ama karışmıyoruz. Çünkü siyasete karışmak ordu için zararlı ve yıkıcıdır.”
Seyyari daha sonra, devlete bağlı İran Radyo Televizyon Kurumu’nun (Seda ve Sima) aralarında olduğu medya organlarını orduyu görmezden geldikleri için şiddetle eleştirdi. Ordunun ülke içindeki etkisinin zayıf olduğunu ortaya koydu. Orduyu ihmalle suçlayıp İran karasuları hakkındaki yorumları canlı yayında yayınlamasının ardından İran Radyo Televizyon Kurumu aleyhine dava açtığını ve müdürüne bir mektup yazdığını ama hiç kimsenin mektubunu yanıtlamadığını da söyledi.
Seyyari, IRNA ile röportajında ordunun propaganda faaliyetlerinden bile tamamen dışlandığını dillendirmeyi de unutmadı. Buna karşılık din adamlarının bir makineli tüfekle bir askeri birliğin tamamını ortadan kaldırabilecek sahte kahramanlar gibi gösterildiklerini belirterek şu soruyu sordu: Madem öyle, Irak ile savaş neden 8 yıl sürdü?
Bu savaşa tanık olmuş biri olarak şunu söyleyebilirim:
İran’da ordunun saldırılarından önce çocuklar sınırdaki mayınları patlatmaya gönderilirdi. Din adamları uzakta beyaz atlarla hayal edilirdi ve Humeyni gençlere Ebabil kuşlarından bahsederdi. Bu gençler mayınlar ve bombalar altında ölürken din adamları bir sonraki gün başka gençlerin hayallerinde yer almak için beyaz atlarıyla kaybolurlardı.
Amiralin öfke ve rahatsızlığı bununla sınırlı kalmayıp sinemaya ve İran-Irak savaşını anlatan “Che” filmine de uzandı. Filmin yeni İran kuşağına gerçekleri çarpık bir şekilde anlatmasından duyduğu hayal kırıklığını dile getirdi. Filmin yönetmeni İslam Devrimi Yönetmeni olarak bilinen İbrahim Hatemikiya’ydı. Film, General Veliyullah Fellahi’nin savaştaki rolünü kötülüyordu. General Fellahi savaş döneminde İran Kara Kuvvetleri Komutanı’ydı ve ilk yılında öne çıkmıştı. 29 Eylül 1981 yılında üç komutanının da bulunduğu uçağın düşmesiyle meydana gelen şüpheli bir kazada ölmüştü. Seyyari, Che filminin Komutan Fellahi’nin rolünü anlatma şeklinin kendisinde tam bir hayal kırıklığı yarattığını ve yönetmene “Bu benim komutanım değil. Bu yüzden filmi izlediğimde ağladım” dediğini söyledi.
Garip bir biçimde film, düzenli ordunun savaştaki rolünü büyük ölçüde azaltırken Humeyni’nin ordu dahil Şah’ın tüm mirasından kurtulmak için kurulması direktifini verdiği ve o dönemde daha yeni oluşmuş bir güç olan Devrim Muhafızları’nın rolünü yüceltiyordu.
Yine garip bir biçimde IRNA, Amiral Seyyari ile ilgili röportajı hakkında “General Emir Seyyari’nin ordusu hakkında anlatılmayan hikayeler” başlığıyla yayınladığı ve 14 dakikayı geçmeyen kısa videoyu yayınlanmasından birkaç saat sonra hiçbir açıklama yapmadan söz konusu görüntüleri yayından kaldırdı.
Bu davranışı ile IRNA, devlete bağlı medya organlarını ordunun rolünü dışlayıp Devrim Muhafızları’nın eylemlerini yüceltmekle suçlayan Amiral Seyyari’yi haklı çıkarmış oldu. Ancak Bakiri’nin açıklamaları ile Seyyari’nin açığa çıkardıkları arasında, Devrim Muhafızları ve Besic haydutlarının darbeleri altında itibarını kaybeden İran ordusunda içten içe kaynayan birçok gizem olduğu ortaya çıktı.