İsrail devleti kurulduğunda, bu hadise genel olarak Maşrık (Levant) bölgesi ve özelde Lübnan’ı etkiledi.
Çoğunu Siyonist örgütlerin yerinden yurdundan ettiği Filistinli mültecilerin aktığı bu ülke, dini grupları arasında varılan sözleşmeden sonra bağımsızlığını kazanmasının üzerinden daha 5 yıl geçmişti. Bağımsızlığın kendisi, sonunda bir formül üzerinde anlaşabilen dini grupları arasında müzakere konusu olmuştu. İsrail ile çatışma da çok geçmeden bu uzlaşının üstü kapalı maddelerinden biri oldu. Bu maddeye göre Lübnan, ne İsrail ile savaşacak ne de barış yapacaktı. Kendisi ile askeri açıdan ateşkes halinde olacak, ekonomik açıdan boykot edecekti. Kısacası, Arap pozisyonunun sonunda takip ettiği yolu benimseyecekti. Devlet içinde en yüksek makam Marunilerin elinde olduğu için, bu grup -kendi özel renklerini katmış olsa da- bu pozisyona bağlı kaldı. Bir yandan mağdur Filistinlilere sempati gösterirken diğer yandan bu göçün mezhepçi dengeye yansımasında korkuyordu. Bir yandan Yahudilere karşı bir Hristiyan antisemitizmi beslerken, diğer yandan Müslümanlara karşı korkuyla karışık bir bağnazlık hissediyordu. Arap Lübnan’ın çıkarlarını korumak istiyor ama aynı zamanda herhangi bir Arap taşkınlığından korkuyordu.
İşte altmışlı yıllarda değişen bu pozisyon oldu. Lübnan’ın maruz kaldığı sınav çok ağırdı. Hristiyanlara göre devletin kendisi kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Filistin direnişinin silahı, özellikle de devletin korumacı rolünü yok eden 1969 Kahire Anlaşması’ndan sonra bir Hristiyan silahlanmasını gerektirdi. İç savaşın başındaki İki Yıllık Savaş (1975-76) Hristiyanlar ile Filistinlileri tam bir askeri çatışmaya soktu. İsrail işgali, Beşir Cemayel’in cumhurbaşkanı seçilmesi, Sabra ve Şatilla Katliamı ile aralarındaki kopma tamamlandı. Hristiyanlar şimdi açıkça İsrail ile savaşın kendilerini ilgilendirmediğini, böyle bir savaşın Lübnan’dan başlamasının onlar için bir varlık tehdidi olduğunu söylemeye başladılar. Filistin davasından bağımsız ve ona karşı olan kendi davaları olduğunu yüksek sesle dillendirir oldular. Daha sonra, Mişel Avn ve Hizbullah ile anlaşmasını çevreleyen koşullarla birlikte, Hristiyanların çoğu yeni müttefikleri Şiilere bırakılan direnişi sözlerle destekleseler de eylem yönünden uzak durdular.
Sünnilerin direniş konusunda Hristiyanlardan farklı bir tarihleri vardır. Miras alınan İslam-Arapçılık dili karışımı, yapay Lübnan oluşumunun reddi, Maruni hakimiyetine karşı çıkmak, Sünniler arasında Cemal Abdunnasır’ı yüceltme ve ünlü Filistin direnişi ile dayanışma eğilimini doğurdu. O zamanlar bu direnişin, çok geçmeden bölünen orduya karşı bir Müslüman ordusu olduğu söyleniyordu. Ancak 1982’de ve İsrail işgalinin baskısı altında Beyrut, Filistinli savaşçı ve militanların topraklarını terk etmesinde ısrar etmek zorunda kaldı. Daha sonra Refik Hariri iktidara geldiğinde Sünnilerin ajandası değişti. Kalkınma ve istikrarı vurgulayan bir Lübnanlılığa sarılmaya başladılar. Arapçılık politik olmaktan çok ekonomik ve finansal hale geldi.
Direnişe bağlılık ve İsrail ile savaş tabii ki sözlü olarak devam etti ama efsaneler uzun bir süre efsane olarak yaşarken, günlük hayatta boş inanç ve hayale dönüşebilirler. Kimlik patlaması yaşanıp Şiiler direniş ile özdeşleştiklerinde, Sünniler zaman zaman aslın Humeyni değil de Abdunnasır olduğunu hatırlatma ihtiyacı hissediyorlardı. Böylece örtülü olarak şu anlama gelen bir pozisyon meydana çıktı “Bizler gerçek direnişiz ama direnmek istemiyoruz”. İsrail ile savaş sloganları artık yaşlanmış birisini gençleştiremez. Yaşlı, zaman farklı olsa da yaşlı kalır. Trablusşam’da veya Akkar’da “baskıcı devlet” ya da “kafir grup” vb. şeylerle savaşmak için silahlanma eğiliminde olanlar bile kendilerine İsrail ile savaşmayı önermeyeceklerdir.
Şii deneyimine gelince, kendisi altmışlı yılların sonunda Musa es-Sadr ile başladı. Filistinli militanlar Güney Lübnan halkı ile çatıştığı, Filistinlilerin saldırılarına karşı İsrail’in verdiği askeri karşılıklar Güney sakinlerinin başkente göç etmesine yol açtığı için Şiiler arasında Filistinlilere karşı bir hoşgörüsüzlük ve fanatiklik gelişti. Seksenli yıllarda Filistin mülteci kamplarında yaşanan çatışmalarda bu fanatikliği canlandırdı ve pekiştirdi.
Kendi açısından Hizbullah da Filistin silahının zayıflamasından yararlandı ve Lübnanlı partiler içindeki müttefiklerini tasfiye etti. İsrail ile birden fazla kez savaştı ve 2000 yılında İsrail tamamen çekilip Güney Lübnan kurtarıldığında, silahının başka misyonları da olduğunu deklare eder gibi kendisine sıkı sıkıya tutundu. 2006’daki savaş ve 1701 sayılı BM kararından sonra İsrail ile savaş cephesi sakinleşti. İki yıl sonra Hizbullah’ın projesinin aslında içe dönük olduğu kesinleşti. 2011 yılında Suriye’de devrim patlak verdiğinde Hizbullah’ın Suriye’ye müdahalesi, ajandasının Tahran’da belirlendiğini açığa çıkardı. Hal böyleyken, Hizbullah’ın İsrail ile savaşmakla ilgili söylemleri bahsedildiğinden daha az ideolojik ve ciddi hale geliyor. Hizbullah’ın esas amacı, Şiilerin içerideki konumunu iyileştirmek ve bölgesel ihtiyacı karşılamaktır. Bu iki amaç da gerçekleşmiş ve hala da devam etmektedir. Dahası, İran ya da Suriye artık direnişi destekleyemediğinde, Hizbullah da aynı ölçüde onları destekleyemiyor.
Dolayısıyla, İsrail ile deniz sınırını belirlemek için yapılacak müzakereler, Hizbullah’ın diğer gruplardan farkı olmayıp onun da ateşkese hazır olduğunun ilanı oldu. Özellikle de savaşlardan kaynaklanan uzun acılarının onu sakinlik ve huzur konusunda daha istekli yaptığı göz önüne alındığında.
Elbette Hizbullah daha sonra, varılacak bu son anlaşmanın da aleyhine dönebilir. Zorlayıcı bölgesel koşullar gerektirdiğinde birden aldatılmış olduğunu keşfedebilir. Ama ne olursa olsun görüşmeyi bir kez kabul ettikten sonra bir daha öncesi gibi olamaz.
Zavallı dil tarafından üretilen denkleme göre: “İsrail ile savaşmak istemeyen onunladır.” Ne var ki Lübnanlılar daha karmaşık bir durumdalar, çünkü onlar ne İsrail’i seviyorlar ne de onunla savaşmak istiyorlar ve Lübnanlı gruplar sırayla bu kanaate ulaştılar. Söz konusu gruplar birbirleriyle çatışabilirler, silahlanmak ve bunu haklı göstermek için yeniden İsrail ile savaşma gerekçesine başvurabilirler ama gerçekte hiçbiri İsrail ile savaşmak istemiyor. Bu, çelişkili terimlerle varılmış bir fikir birliğidir.
TT
Lübnanlı gruplar nasıl arka arkaya savaşlardan çekildi?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة