Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Kara gün dostları

Lübnan bağımsızlığını, 1943'te üç veya dört protestocunun öldüğü, manda sistemine karşı gerçekleştirilen gösterilerin ardından kazandı.
General Charles de Gaulle o gün siyasi liderleri bağımsızlığı kısa bir süreliğine ertelemeye ikna etmek amacıyla yardımcısı General Weygand'ı Beyrut'a gönderdi, fakat Lübnanlılar bunu kabul etmediler. General de Guelle bunun üzerine onların taleplerini hızlıca kabul etti. Bunu, sömürge devleti ile bağımsız devlet arasındaki karşıt bir ilişki izledi.
Bu ilişki, Hıristiyanlara yönelik bir ayrıcalıkla karakterizeydi. Ancak bu kural, Fransa’nın Arap dünyasındaki stratejisinin bütünüyle değişmesinin ardından, son yıllarda değişti. Fransa, yıllar içinde ve her durumda iyi niyet ve özel bir ilişkiden başka bir şey sunmadı. Bu politikanın öne çıkan başlıca yönü, limanda yaşanan trajediden sonra Cumhurbaşkanı Macron'un Beyrut'a yaptığı iki ziyaret oldu.
Kurucu Kral Abdülaziz bin Abdurrahman, devamlı olarak Lübnan'ın Arapların şerefi olduğunu ve buradan hareketle onun her zaman korunması gerektiğini söylerdi. İktidardaki ilk yıllarından itibaren bu küçük devlete özel bir ilgi gösterdi. Herhangi bir sınır ve şart koşmaksızın Lübnanlı göçmenlere Krallığın kapılarını açtı. Danışmanları arasında her mezhepten Lübnanlılar yer aldı. Böylece kendisinden sonraki halefleriyle birlikte de gelişmeye devam eden kalıcı sabiteler koydu.
Suudi Arabistan, Lübnan'a hiçbir zaman patlayıcı ihraç etmedi. Lübnan savaşı sırasında herkes buraya silah, patlayıcı ve savaşçı ihraç ederken o arabulucular gönderdi ve en nihayetinde Taif Anlaşması olarak bilinen barış anlaşmasının imzalanmasını sağladı. Cumhurbaşkanı Macron ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın da yer aldığı Riyad görüşmeleri, kasvetli koşullara rağmen iki ülke arasındaki iyi ilişkilerin bir uzantısıydı. Bu ilişki, krizlerden, aksaklık ve aksiliklerden arınmış olmasının yanı sıra Riyad'ın fırtınaya yakalanmış bir ülkeye karşı duyduğu sabır, azim ve anlayışla doluydu.
Macron bu son derece karmaşık olan çabalar ağı içerisinde, Riyad tarafındaki konumundan ve Lübnan'ın Krallıktaki tarihsel sempatisinden hareket etti. Körfez'in kapıları Lübnan'a kapalı gibi görünürken, Fransa Cumhurbaşkanı küçük bir diyalog penceresi açmayı başardı. Macron, kendi selefleri gibi, Fransa'nın Körfez ülkeleriyle olan tarihi ilişkisinin önemine güveniyor. Nitekim müttefikleriyle ilişkilerinin sorunlu ve çalkantılı olmasından dolayı, Kahire'den Riyad'a ve Abu Dabi'ye kadar Araplarla olan ilişkilerinde bir refah görüyor. Geçmişte Paris ile kültürel ilişkiler Mısır ve Lübnan ile sınırlıydı. Artık Fransa ile Körfez ülkeleri arasındaki kültürel alışveriş çok yüksek seviyelere ulaştı.
Genç Fransa Cumhurbaşkanı, Körfez'de genç yüzler ve yeni siyasi stratejiler buldu. Riyad’daki toplantıda Lübnan'ın dostlarının ondan vazgeçmek istemedikleri ve yıllar içerisinde inşa edilen zengin ilişkiyi feda etmek istemedikleri netlik kazandı. Ancak ilişkinin tek taraflı bir hal alması sağlıklı değil. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine yönelik suiistimal tahammül edilemeyecek bir boyuta ulaştı. Lübnanlılar, zayıf ülkelerinin egemenliğinden söz ederken diğer ülkelerin de kendi egemenliklerine sahip olduğunu unutuyorlar. Hem Lübnan'ın zayıflığını iddia ediyor hem de tehditler savuruyorlar.
Riyad toplantısı, Fransa Cumhurbaşkanı ve büyük ev sahibi tarafından bir niyet beyanı gibiydi. Şimdi diğer tarafın da biraz iyi niyet göstermesi gerekiyor. Lübnan'ın zayıflığı artık geçerli bir bahane değil. İran, tüm bölgeyi dayanılmaz bir gerilimin içine soktu.