Husam İytani
TT

Arapların sosyopolitik durumunun göstergesi olarak Buhari

Her birkaç yılda bir Arap-İslam mirasından bir konu ya da figür tartışma konusu olur. Aydınlar, yazarlar ve genel olarak ilgililer bu konu ya da figür hakkında farklı görüşlerini dile getirirler. Geçtiğimiz aylarda ve yıllarda ilgi odağı olan isim İmam Buhârî ve el-Câmiu’s-Sahîh eseriydi. Bu tartışma çoğu Arap ülkesinin mahkeme salonlarına bile girdi.
2000'lerin başlarına hızlıca bir göz atarsak, cihatçı örgütlerin yükselişinden sonra ve özellikle de New York ve Washington'daki el-Kaide saldırılarının ardından Şeyhülislam İbn Teymiyye, bu dönemin öne çıkan figürü olmuştu. Fetvaları, görüşleri, şahsiyeti ve hatta menşei ve ailesinin kökeni dahi tartışmaların konusu oldu. Bazı Arap ülkeleri kitaplarının dolaşımını yasakladı ve onun fetvalarının güncelliğini tartışmak üzere konferanslar düzenledi. Burada İbn Teymiyye'yi şeytanlaştıranlar olduğu gibi, Arapların ve Müslümanların krizlerine ve çıkmazlarına çözümün onun kitaplarında olduğunu düşünenler de vardı. Oysa İbn Teymiyye, 700 yıldan fazla bir süre önce ve günümüz dünyasıyla hiçbir şekilde irtibatı olmayan koşullarda öldü.
1990'larda İbn Rüşd ve onun rasyonelliği, Arap yazarların “Süheyl Yıldızı” idi. Onun düşüncesi ve rolü, kaldırabileceğinin çok ötesine taşındı. Fikirleri benimsendiği ve takip edildiği taktirde Arapların kurtarıcısı ve gelecek rönesanslarının itici gücü olarak takdim edildi. Bu, yalnızca Endülüslü düşünürle de kalmadı. Muhammed Abid el-Cabirî gibi aydınlar, İşraki İbn Sina’nın karşısına rasyonalist bir İbn Rüşd’ü çıkardılar ve İslam düşüncesini, ‘hurafelerin hâkim olduğu karanlık Meşrık ile aydınlanmanın tohumlarını taşıyan Mağrib’ olarak ikiye böldüler.
Bundan önce Mu'tezile taraftarları ile muhalifleri arasında hararetli tartışmalar yaşandı. Bazıları her zaman olduğu gibi, Arap-İslam düşüncesine, Mu'tezile ile kalınan yerden “devam etmenin” gerekliliğini tartıştılar. Yapılan araştırmaların ve çalışmaların ardından yüzyıllar önce kaybolan eserler keşfedildi, yayınlandı ve çalışıldı. Öncesinde, daha ziyade muhalifleri tarafından yazılan ikincil kaynaklara dayanılarak çalışmalar yapılıyordu.
Bu düşünce mahkemelerine pek çok şahsiyetin getirildiği bilinmektedir. Felsefeyi ve filozofları kınayan ve tekfir eden İmam Gazali sonraki süreçte yaşanan gerilemeden sorumlu tutulmuştur. Eş'ari de benzeri bir yargıdan kurtulamadı. Abbâsî halifesi Mütevekkil, Mu'tezile’nin köklerini kazımaya çalıştı ve İmam Ahmed bin Hanbel'in maruz kaldığı mihneye sebep olanlara lanetler yağdırıldı.
Diriliş ve yeni bir başlangıç çağrısında bulunanlar, İbn Rüşd’ün, Mu'tezile'nin ve diğerlerinin tartıştığı konuların ve sahiplerinin ortadan kaybolmasının ardından Thomas Aquinas ve Fransız skolastik okulu aracılığıyla bu konuların batı felsefesinin bir parçası olduğunu unutmuş gibiler. Batılı filozoflar, kendilerini ilgilendirenler meseleleri ayıklayıp ince fıkhî meseleleri bir kenara bıraktılar.
Mirasın yeniden canlandırılmasıyla ilgili tartışmalar, yalnızca bilimsel veya teorik bir kaygıyla ilgili değil, bilakis Arapların mevcut istikrarsız durumuyla ilgili görünmektedir. Mu'tezile, İbn Teymiyye, İbn Rüşd, Gazâlî ve Buhârî'ye sık sık geri dönüşler bu açıdan anlaşılabilir. Bu durum Arap dünyasında toplum, siyaset ve iktidar yapılarının yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Abdallah Laroui, Nasr Hamid Ebu Zeyd ve diğerleri, din ve iktidar arasındaki ilişkiyi inceleme ve eleştirmenin gerekliliğini dile getirdiler. İbn Teymiyye ve metin yorumuna dair daha erken dönemki tartışmalar ile Buhârî hakkındaki güncel tartışmaların ortak bir noktası var: Arap siyasi toplumu ve iktidar.
Bu tartışmaların detayları mahkemelere kadar ulaşıyor. Buhârî'nin aktardığı hadislerin sıhhatine dair bir öfkenin eşlik ettiği bu tartışmalar, akademik ve hukuki çerçevelerin meselesi olmaktan çıkıp doğrudan Arap sosyo-politik bağlamına uzanıyor. Oysa ilk haliyle kalsaydı hapishaneler, mahkemeler ve karalamalar olmaksızın makul bilimsel neticelere ulaşmak mümkün olurdu ki, her ne kadar hassas konulara değinseler de bilimsel tartışmaların böyle olması gerekir. Ahmed Abdo Mahir’in “İmamların Fıkhı ve Ümmetin Yoldan Çıkması” kitabı örneğindeki tartışma ve öfke, Nasr Hamid Ebu Zeyd'in yargılanmasına, eşinden boşanmasına, Hollanda'ya göç etmesine ve orada ölmesine eşlik eden olayları hatırlatıyor.
Birkaç yılda bir bu meseleler sürekli gündeme gelecektir. Bunun sebebi, Arap toplumlarının da dünyanın tüm toplumları gibi gerek yaşama ve çalışma biçimleri gerek benimsedikleri kültürel ve ahlaki değerler açısından değişime tabi olmasıdır. Bunda bir sır veya bir ayıp yoktur. Nitekim Arap ve İslam toplumları değiştikçe ve krizlerden çıkış yolu aradıkça, bazen iktidarın zulmüne, yolsuzluğuna alternatif olarak cihatçı şiddet, bazen de demokrasinin yolunu hazırlayacak İslami akılcılık benimsenecektir.
Günümüz ile eleştirisi arasında engeller ve duvarlar olduğu sürece İbn Teymiyye'den Buhârî'ye, Mu’tezile'den İhvan-ı Safa’ya, Muhyiddin İbnü'l-Arabî’ye ve geçmişte kendince bir yol tutmuş herkese dair sorgulamalar devam edecektir. Böylece geçmiş, Arapların güncel sosyal ve politik durumunun bir göstergesi olacak kalacaktır.