Hoşyar Zebari
Irak eski Dışişleri Bakanı
TT

Bir vatandaş masumiyeti ispatlansa bile suçlu kabul edildiğinde!

Yargı, eski çağlardan beri bireylerin koruyucusu ve sığınağı olagelmiştir. Mazlumlar ona sığınır, hakları gasp edildiğinde ve kendilerine iftira edildiğinde mağdurlar onun gölgesinde korunurlardı. Her türden yönetim sistemleri, yargı kurumunu ihtilafları inceleme ve karara bağlamakla, vatandaşlar için adaleti sağlamakla, onların mağduriyetlerini gidermekle görevlendirmiştir. Yargı kararlarını en yüksek ve nihai, kimsenin itiraz edemeyeceği ve yorum yapmayacağı kararlar olarak kabul etmiştir.
Bu konuda Irak da bir istisna değil, 2005 Anayasası yargı erkine hiçbir erke vermediği yetkiyi verdi.  Anayasa, bu kuruma kendisini siyasetin savaş alanından ve politikacıların baskısından uzak tutan güvenceler sağladı. Genel olarak yargının ve özelde Federal Yüksek Mahkeme’nin nihai kararlarını, diğer devlet kurumlarının üstünde bir güç kabul etti. Dahası devletin tüm mercilerini, kişilerin hak ve özgürlüklerinin emanet edildiği bu mahkemenin hükümlerine uymakla yükümlü kıldı. Kararlarını iptal etme veya itiraz etme yolu bırakmadı ve böylece kararları herkes için bağlayıcı hale geldi.
Bunun kaynağı belki de anayasanın, yargının mutlak bir şekilde tarafsız olacağı ve rakiplerin eğilimlerine eşit mesafede duracağı, anayasanın uygulanması ve temellerinin pekiştirilmesi dışındaki amaçlardan uzak duracağı varsayımıydı. Anayasayı hazırlayanlar, on yıllardır süren baskı ve adaletsizlikten sonra, hak ve özgürlüklerin, demokrasi, adalet ve hakkaniyet ilkelerinin yükseldiği bir çağ olmasını amaçladıkları bir zamanda, yargının bu misyonu yerine getireceğini varsaydılar. Ancak yeni Irak'ta çok geçmeden federal yargının temayülleri, şu ya da bu tarafa, özellikle de kararlarının çoğunda baskın olan tarafa meyli hakkında çok şey söylenmeye başladı. Adil ve insaflı araştırmacılar, uzun uzun araştırmaya gerek kalmadan birçok kararın büyük aktörlerin, etkili tarafların istediği gibi alındığı sonucuna varacaklardır. Ancak bunlar hep çekingen analizler ve ihtiyatlı değerlendirmeler sınırında kalıyorlar, çünkü seslerini yükseltip bazı yargı kararlarındaki belirgin adaletsizlikten şikayet edenler çok geçmeden yargıya saygısızlık ve itibarını zedelemekle itham ediliyorlar. Bu durumda devletin en üst düzey yönetici pozisyonunda olsalar dahi haksızlığa uğrayanların, öfkelerini bastırmak, sabretmek ve haksızlığın sona ermesini beklemekten başka seçenekleri kalmıyor. Sayın Haydar İbadi’nin bir keresinde paylaştığı “Eğer yargıcın kendisi tavuksa, darı tanesi şikayetini kime sunsun” tweeti, bizi daha fazla ayrıntıya girmekten kurtarıyor.
Temsilciler Meclisi’nin bir keresinde bizden güvenoyunu çektiğini herkes biliyor ve bu kesinlikle siyasi bir karardı. Siyasi olduğunun delili, kararı alan tarafın tam anlamıyla siyasi bir taraf olması ve aldığı kararların hiçbir dokunulmazlığının olmamasıdır. Siyasi olduğunun bir diğer delili, Dürüstlük Komisyonu’nun, Temsilciler Meclisi’nin hakkımızdaki tüm ithamlardan bizi beraat ettirmiş olmasıdır.  Bir dönem üstlendiğimiz Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı ile bağımsız ve tarafsız bir kurum olarak Adalet Bakanlığı da görevimiz süresince herhangi bir görevimizi ihmal ettiğimiz kanıtlanmadığı için hakkımızda herhangi bir şikayette bulunmama kararı aldılar. Okurun zamanını almamak için, bize isnat edilen suçlardan bizi beraat ettiren kararlara sayıları ve tarihleriyle birlikte burada yer vermiyoruz, ama hepsi zaten bu kurumlar ile adil olmasını umduğumuz Federal Yüksek Mahkeme tarafından biliniyor. Yüksek Mahkeme’nin kararında, Dürüstlük Komisyonu’nun aldığı karara, üstlendiğimiz hiçbir bakanlığın, dahası bağımsız soruşturmaya dahil olan diğer tarafsız tarafların dahi hakkımızda şikayet talebinde bulunmadığı gerçeğine dayanacağını umuyorduk.
Gelgelim Yüksek Mahkeme’nin Irak cumhurbaşkanlığı makamına aday olmamızın anayasaya aykırı olduğuna dair şaşırtıcı kararını aldığı kasvetli gün, en ilginç ve tuhaf gerekçelere dayanan bir karara sahne oldu. Federal Yüksek Mahkeme, bizi cumhurbaşkanlığı yarışına katılmaktan mahrum etmek için Temsilciler Meclisi'nin güvenoyunu çekme kararını gerekçe gösterdi. Karar açıklandığında yalnızca sırlara vakıf olanların ve perde arkasındakileri bilenlerin cevabını bilebileceği onlarca soru önümüze serildi. Federal yargı, güvenoyunu çekme kararı doğru olsa bile, anayasaya göre bakanın istifa etmiş sayılması dışında bir sonucu olmayacağını bilmiyor mu? Federal yargı, kararları hiçbir şekilde nihai karar niteliği taşımayan ve bunu temsil etmeyen başka bir merciin kararları yerine Anayasa hükümlerine göre karar vermekle yükümlü değil mi?
Mahkeme, Temsilciler Meclisi'ndeki bazı siyasileşmiş politikacıların bize yönelttikleri tüm suçlamalardan, soruşturmaların ve yargının bizi akladığını bilmiyor mu?
Bazı yargıçların adalet ve tarafsızlıktan uzak oldukları gibi bu suçlardan uzak olduğumuza hükmettiğini bilmiyor mu?
Yargının ve soruşturmaların yanlış olduğunu kanıtladığı Meclis kararı gerekçelerden biri gösterilerek, bir vatandaşı siyaset ve yönetim işlerine adil katılım hakkından ve özgürlüğünden mahrum etmek uygun mudur?
Mahkeme kararında, söz konusu meclis kararı, anayasada yer almamasına ve böyle bir adaletsizliğe dayanak oluşturabilecek nihai bir karar olmamasına rağmen, itibarımıza ve ahlakımıza zarar verdiği ifadesine gerçekten yer verdi mi?
Bu ve benzeri sorular aklımızda dolaşıp durdu, bizi ve anayasal konularda uzman ve araştırmacı kişileri üzüntüyle sanığın adil bir yargılama sonucunda suçu ispat edilene kadar masum olduğunu iddia eden anayasa metninin kaderini sorgulamaya sevk etti. Kaldı ki bu sanık kendisine yöneltilen suçlardan beraat etti. Bu durumda haklarının tümünden ve eksiksiz bir şekilde yararlanması hakkı değil midir?
Taraflı olduğu, siyasi iftira amacıyla gücün, yetkinin kötü ve gelişigüzel kullanımı esasına dayandığı kanıtlanan güvenoyunu çekme kararı için Temsilciler Meclisi'ne dava açmayı düşündüğümüzü okurlardan gizlemek istemiyoruz. Ama bundan önce Federal Yüksek Mahkeme’nin, masumiyeti kanıtlanmış olsa da vatandaşın suçlu olduğunu, yargı ve soruşturmaların doğru olmadığını kanıtladığı siyasileşmiş kararların, bir vatandaşı siyasi haklarından mahrum etmek için yettiğini gösteren bu tarihi kararı ile karşıya kaldık.
İç düzeyde propaganda, uluslararası düzeyde gösteriş için var olduğu kanaatine vardığımız süslü hükümleriyle anayasayı geçersiz kılmak için bir gerekçe oluşturabileceğini gösteren bu tarihi kararla yüzleştik. Bahsi geçen hak ve özgürlükler aslında, mahkemelerin sınırlarını diledikleri gibi yorumladıkları yıkılmış ve içi boş hak ve özgürlüklerdir. Bu karar belki de mazlum ve mağdurların onlar adına adaleti sağlaması için doğal yargıçlarına güvenebilecekleri umuduna bir vedadır. Bu, yargının siyasetin dizginlerini ele geçirip büyüklerin istediği yöne çektiği demeyelim de yargının siyasetin potasında sıkışıp kaldığı bir dönemdir.