Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Abu Dabi'deki kardeşlik belgesinden Dubai'deki otobiyografiye!

Şeyh Muhammed bin Raşid’in Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Başkan Yardımcısı, Başbakanı ve Dubai’nin Emiri olarak kaleme aldığı ve “Benim Hikayem: Elli Yılda Elli Hikâye” başlığıyla yayınladığı otobiyografik eserinde halen beni düşündürmeye devam eden bir şey var. Birkaç gün önce devlet başkanı seçilen Şeyh Muhammed bin Zayed, birgün biyografisini yazarsa şüphesiz Dubai Emiri’nin kitabında beni durduran ve düşündüren şey burada da karşıma çıkacaktır.
Burada ilk olarak karşımıza çıkan, Dubai Emirliği'nin boyutlarından birini de temsil eden başarı öyküsüdür. Hikâyenin ve biyografinin yazarı, Dubai'den çok Arap topraklarında olsaydı ve eğer elinden gelseydi bu başarıyı bölge haritasındaki her Arap başkentine aktarabilmeyi umuyor. Bu konuda yalnızca teoride kalmak istemiyor fakat bu yönde bir fırsat da bulamıyor. Ancak Dubai Emirliği’nin deneyimini, arzusunda ciddi ve arzunun yüklediği sorumluluğu taşıyacak herhangi bir Arap yetkilinin olduğu yere aktarmaya çalışıyor.
Biyografisinde bu konuyla ilgili iki hikâye de aktarıyor. İlkinde, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed yıllar önce Dubai'ye geldiği günü anlatıyor. Esed buradaki deneyimi bir gün ülkesinde de gerçekleştirmeyi istiyor. Ancak sonraki koşullar Esed’in bu düşüncesinin önüne geçiyor ve bu ünlü emirliğin etrafında dönüp dolaşıyor!
İkinci hikâye, Albay Muammer Kaddafi ile ilgilidir. Kaddafi, Şeyh Muhammed bin Raşid’e bir mektup gönderiyor ve Libyalıların da bir Dubai’ye sahip olmaları için yardım etmesini istiyor. Dubai Emiri bunun üzerine Bakanı Muhammed el-Karkavi’yi konuyu araştırması için gönderiyor ve sonrasında kendisi de gidiyor. Turruna, formalite ve protokollerden uzak bir şekilde Trablus'la başlıyor. Fakat bu tur kendisi için pek cesaret verici olmuyor. Kitabında bununla ilgili nedenleri açıklıyor.
Şeyh Muhammed bin Raşid, Trablus'ta durum karşısında şaşkına dönüyor. Nasıl olur da petrol ve zenginlikle dolu bir ülkenin başkenti bu kadar sefil bir halde olabilir! Dileyen, bu hikâyenin tüm ayrıntılarını öğrenmek için kitaba başvurabilir.  
Aslında hikâyenin konusu bu değil. Daha ziyade mesele şu ki Dubai'deki rönesans deneyiminin sahibi başından itibaren bu rönesansın sırlarını tekeline almak istemedi. Bunun BAE ile sınırlı kalmasından yana değildi. Arap topraklarımızda tek bir Dubai’nin olması değildi onun istediği. Çünkü Dubai'nin benzersiz olarak tanımlanan “horoz yumurtası” gibi olması hoşuna gitmiyordu. Tüm bunları arkasında bırakıyor ve tecrübesinin sırlarını her Arap ülkesine iletmek için fırsat arıyor ve kolluyordu. Bu rönesans deneyiminin mimarı, her Arap ülkesinde buna benzer bir deneyimin olmasını, her Arap ülkesinin bu başarıyı kopyalamasını istiyordu. Çünkü emirliğinin başarısını etrafındaki Arap çevresinin başarısında ve mutluluğunda görüyordu. O ve bakanı Karkavi’nin Trablus'a gitmesi, Dubai'nin gücünün, hususiyetinin ve üstünlüğünün çevresine aktarılması için duyulan arzunun bir ifadesiydi.
Hikâyenin anlamı budur ve bununla ilgili en önemli şey, Dubai'nin siyasi durumların yarattığı farklılıkları aşarak şehirleşmede olabildiğince gelişme kaydetmesidir. Bu bağlamdaki en temel kaygısı ise bunun çevresine aktarılmasıdır. Bunu memnuniyetle karşılıyor ve herhangi bir talep olduğunda derhal harekete geçiyor, geciktirmiyor. Albay Kaddafi’nin talebi karşısındaki tutum bunu gösteriyor. Dubai, Kaddafi'den gelen isteğe içtenlikle cevap verdi. Biyografide bunun detayları anlatılıyor. Dubai kendini, Libya'da başka bir Dubai, Suriye’de bir başka Dubai, diğer Arap şehirlerinde de farklı Dubai’ler olarak görmek istiyordu. Şairin dediği gibi; şayet talih ve zaman elverseydi!
Şayet Şeyh Muhammed bin Zayed gelecekte bir otobiyografi yazarsa, kendisini doğa, içerik ve amaç açısından benzer bir hikayeyle karşı karşıya bulacaktır. Bu hikâyenin gerçekleri 4 Şubat 2019 tarihine kadar uzanacak ki bu tarihte Abu Dabi, Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib’i ve Papa Francis’i topraklarında düzenlenen ve dünya medyasının konuştuğu bir toplantıya davet etmişti. İki dinin zirve isimleri arasında gerçekleşen görüşme, türünün ilk örneğiydi. Şeyh Muhammed bin Zayed ve Şeyh Muhammed bin Raşid’in iki dini lider ile bir araya geldiği görüşmeye vesile olan şey, “Dünya Barışı ve Birlikte Yaşam İçin İnsanların Kardeşliği Belgesi” idi. Abu Dabi bu konuda inisiyatif almasaydı yüksek düzeyde bir zirvenin zamanında ve yerinde gerçekleşmesi mümkün olmayacaktı. Bununla birlikte başarılı ve dünyanın gündeminde olması mümkün değildi. Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed Al Nahyan, böyle bir görüşmeye ev sahipliği yapmamış olsa ve yalnızca BAE, Araplar ve bölge için değil, bütün dünyayı içeren bir kardeşlik belgesi olması için çalışmaya devam etme sözü vermeseydi bu gerçekleşmeyecekti.
Zirve, koronavirüsün tüm dünyayı etkisi altına almasından birkaç ay önce gerçekleşti ve belge, dünyanın salgının beraberinde getirdiği etkilerle meşgul olmasından önce yayınlandı. Dünyanın virüsün ortaya çıkmasıyla birlikte en çok ihtiyaç duyduğu şey ise belgenin üzerine inşa edildiği değerlerdi.
Dubai'nin Libya'ya tecrübesiyle gitmesi yerinde bir hareket olduğu kadar Şam’a gidişi de öyleydi. Bu, onun Araplara karşı sorumluluk duygusunun bir gereğiydi. Bu olmaksızın kendinin eksik kalacağını hissediyordu. Bu nedenle Arap semasında ve topraklarında hayata geçirilmesi gerekiyordu. Abu Dabi'nin kendi topraklarında iki dini lideri bir araya getirmesi ve bu vesileyle ilgili belgenin imzalanması da tam zamanında gerçekleşen bir olaydı. Çünkü dünya başkentleri, koronavirüs salgını başını kaldırana kadar insani olan her şeye olan ihtiyacını fark etmedi. Dubai her Arap'ın bunda payı olduğu inancıyla yaşadı. Aynı şekilde Abu Dabi herkesin bunda payı olduğu inancıyla yaşıyor ve belgeyi imzalayarak bu inancını ortaya koyuyor.
Belge şu ifadelerle başlıyor:
“Tüm insan soyunu haklarında, yükümlülüklerinde ve saygınlıkta eşit yaratan ve onları kardeşler olarak birlikte yaşayıp yeryüzünde çoğalmaya ve iyilik, sevgi ve esenliği bildirmeye çağıran Allah’ın adıyla…”
Sonunda ise cümleler yer alıyor:
“Bu belge, tüm inananlar arasında, gerçekten inananlar ve inanmayanlar arasında ve tüm iyi niyetli insanlar arasında uzlaşma ve kardeşlik için bir davet olsun.”
Her iki cümle, sonuna kadar içmek zorunda kalmaksızın tadını alabileceğiniz denizin suyundan bir damladır. Belgeden biyografiye, Abu Dabi'nin insani rolünü nasıl gördüğünü okuyabilir ve görebilirsiniz.