Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Erdemli şehirlerin sonu

Siyasi hayatta ve edebiyatta bilinen ‘Big Brother (Büyük Birader)’ efsanesi George Orwell'e atfedilir. George Orwell, 1903-1950 yılları arasında yaşayan İngiliz düşünür Eric Arthur Blair'in takma adıdır. Orwell'in en dikkate değer yazıları, özellikle bireysel seçimler ile hukukun sınırları arasındaki çatışma bağlamında, bireysel özgürlük sorunu etrafında dönüyordu. Bu konudaki endişesinin, İkinci Dünya Savaşı ve takip eden birkaç yıl boyunca Batı Avrupa'da yaşanan ve savaşla ilgili güvenlik veya stratejik ihtiyaçlar bahanesiyle devletin sivil özgürlükleri belirleme hakkına odaklanan tartışmalardan kaynaklanması olasıdır.
Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi'nin Almanya'yı sadece yedi yıl içinde kaosa batmış, yenilmiş, başarısız bir devletten tüm Avrupa'ya meydan okuyan askeri ve endüstriyel bir güce dönüştürmedeki başarısının ardından her şeyde toplum adına hareket eden ve her şeye müdahale eden güçlü, hegemonik bir devlet fikri nispeten büyük popülerlik kazanmıştır. Bu eğilim, Rusya'daki komünist yönetimin yoksullar için eşitlik ve yaşam güvenliği sağlamadaki başarısıyla pekiştirildi.
Bu dönüşümler, Avrupa tarihinde ‘Ütopya – Erdemli Şehir’ olarak adlandırılan iyi bilinen bir edebiyat alanının yeniden canlanmasıyla sonuçlandı. Nispeten küçük bir alan ama hayali de olsa çözüm arayanlar için ilham verici. Aslında, gelecekteki çözümlerin çoğu başlangıçta fanteziydi.
Ütopik gelenek, felsefede idealist veya mükemmeliyetçi olarak adlandırılanların, devlet mekanizmasının üstünlüğüne ve imkansızı başarabileceğine inanan ordu ve teknokratlarla buluştuğu bir alanı temsil eder. Hepsi, Peygamber ve Büyük Öğretmen, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten arif rolünü oynayan mutlak devlet inancını paylaşırlar. Bu inanca göre vatandaşlar da Büyük Öğretmen'den hikmet ve bilgi öğrenen okul çocuklarına benzer bir rol üstlenir.
Ütopya yolunu izleyen ilk eserin Platon'un Antik Yunan'ın siyasal ve toplumsal düşüncesinin bir özetini içeren Devlet'i olduğunu biliyoruz. Bu yaklaşımı benimseyen diğer yazılar ise 1866-1946 yılları arasında yaşayan İngiliz romancı Herbert G. Wells’in ‘Çağdaş Ütopyalar’ıdır. İdeal çözümlerin başarısızlığını kabul eden Wells, o dönemde dünyanın başına gelen şiddetli krizlerin arkasında daha temiz ve daha müreffeh bir dünya için potansiyeller olduğunu insanlara hatırlatmak istedi.
Wells, geleneksel ütopyaların efsanevi eğilimleri nitelediği şeyleri eleştirerek modern ekonominin birtakım değerlerini benimsedi. Ancak aynı zamanda hegemonik devlet fikrine bağlı kalarak, müdahalesini biraz sıkı bir yasal çerçeveye yerleştirerek imajını iyileştirmeye çalıştı. Bu bağlamda Wells, tüm insanların adlarını, adreslerini ve niteliklerini (tahmine göre 1,5 milyon kişi), parmak izlerini, hareketleriyle ilgili notları, eşlerini, atalarını ve benzerlerini içeren küresel bir kayıt oluşturulması çağrısında bulundu. Böylece onları çağırmak veya hayatlarını planlamak için ne zaman ihtiyaç duyarlarsa, hepsi küresel devletin elinin altında olacaktı.
Orwell'e gelince; o da aynı dönemde, 1945'te ‘Hayvan Çiftliği’ ve 1949'da ‘1984’ adlı çok bilinen iki romanı yayınlayarak tam tersi yönü seçti. Her iki roman da karşıt ütopya veya distopya olarak sınıflandırılır. Her iki roman, devletin insanları gözetlemekle meşgul olduğunda veya yasa koyma ve vergi dayatmayı abarttığında toplumun ne hale gelebileceğinin ürkütücü bir tasvirini sunuyordu.
Orwell'den sonra, ‘Büyük Birader’ efsanesi , ‘düşünce polisi’ ve ‘fikir suçu’ gibi terimler, totaliter eğilimleri reddetmenin sembolleri, devlet veya sivil gruplar tarafından yürütülen insanları izleme ve hareketlerini kontrol etme eğilimini kınama ifadeleri haline geldiler.