Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Güneşin türküsünü söylemek

“Kalpleri taş kesilmiş kalabalığın çölünde / Taptaze umutlarınla
Çiçeklenen sabırlara bürünüp / Güneşin türküsünü söyle.”
 (Bünyamin Doğruer)

Sosyal medyadaki hızlı, her yere ve herkese kolayca ulaşabilme imkânına rağmen insani ilişkilerin gitgide koptuğu ve soğuklaştığı zamanımızda güneşin her şeyi ısıttığı gibi insani ilişkileri de candan ve içten kılacak güneş türküleri söylemek gerekmektedir. Zira güneş metaforu insanlarda, “sıcaklık, samimiyet, yaşam kaynağı” çağrışımları yapar. Aynı zamanda güneş doğup batana kadar sıcaklığını ve ışığını insan, hayvan, bitki, canlı-cansız, ırk, inanç ayrımı yapmaksızın herkese yaymakta ve hissettirmektedir. Belki de Allah Teâlâ onu bu özelliğiyle yarattığı ve yaşamanın devam edebilmesi için olmazsa olmaz kaynaklarından birisi kıldığı için ona yemin ederek dikkatlerimizin güneşe yönelmesini sağlamıştır: "Andolsun, evrendeki mükemmel sistemin en parlak işareti olan Güneş’e ve onun hayat veren aydınlığına."[1] Güneşin ışığıyla evreni aydınlatması gibi vahiy de bazı âlimler tarafından güneşe benzetilerek onun da içerdiği güzellikler ve hakikatlerle gönülleri aydınlattığına vurgu yapılmıştır.
Güneş sahip olduğu özellikler sebebiyle bazı toplumlar tarafından aşırı yüceltilmiş ve ilahlaştırılarak ona tapılmıştır.[2] Hâlbuki bütün evren ve içindekiler gibi güneş de Allah Teâlâ tarafından yaratılmış[3] hareketleri bir hesaba göre belirlenmiş[4] ve ona bir rota[5] tayin edilmiştir. Zamanı geldiğinde de ona verilen görev sona erecek bütün özelliklerini yitirecektir.[6] Güneş kendisine yaratıcısı tarafından verilen özellikler ve çizilen rota sayesinde mahlûkata yarar vermektedir. Yoksa güneş dünyaya biraz daha yakın olsaydı her şey yanar, biraz daha uzak olsaydı her şey donardı. Güneşe verilen bu özellikten hareketle şöyle bir çıkarım yapmak mümkün olur: Allah’ın yarattığı eşya mahiyeti itibariyle iyidir/hayırdır, bize dokunan iyilik ve kötülük/hayır ve şer ona olan mesafemizdir. Bu anlamda güneş, mesafeleri ayarlama noktasında harika bir mihenk taşıdır.
Güneşin türküsünü doğru bir bağlamda okumak gerekir. Güneş, sahip olduğu özellikler ve o özellikleri ona verenin kim olduğu doğru bir şekilde anlaşılmazsa Mevlâna’nın, dünyaya ve dünyalıklara taparcasına bağlanan kişilerin düştükleri yanılgıya dikkat çekmek için vermiş olduğu temsildeki duruma benzer. Mevlana der ki; “Dünyaya âşık olan kişi, duvardaki güneş ışığının nereden geldiğini araştırmayıp, duvara âşık olan kimse gibidir. Duvardaki güneş ışığı, duvarın parlaklığından değil, dördüncü gökteki güneş yuvarlağındandır. Şüphesiz, duvara gönül veren, ona âşık olan, güneşin ışığı güneşe kavuşunca ebediyen hüsranda kalır.” [7] Nasıl ki duvarı güneşten yansıyan ışık güzelleştiriyorsa göklerdeki ve yerdeki bütün gelip geçici varlıkların ışığını güzelliğini onlara veren asıl kaynağı görmek gerekmektedir. Güneş de bu asıl kaynak tanınmadan doğru değerlendirilemez ve türküsü de doğru söylenemez.
Taşlaşan, buza kesen yüreklere kendilerine gelmeleri, hakikati görmeleri için güneşin türküsünü söylemek gerekir. Çünkü güneşin/hakikatin türküleriyle kendilerine gelmeyenleri M. Akif İnan’ın mısralarında dile getirdiği gibi onları eritecektir:

“Doğ ey güneş erit taştan adamı,
Ve kurut taşları diken elleri.
Kurtuluş haberi olsun dünyaya,
Ayırma üstümden bir an gölgeni.”

Karanlıklarda ve dünlerde kalmamak adına güneşi tutmak, onun aydınlığından istifade etmek önemlidir. Aksi halde pişmanlıkların türküsü söylenmeye başlanır:

“Güneşi tutamadım
Bir soluk alamadım
Umuttu, sevinçti yarının adı
Ben dünlerde kaldım”  (Ahmed Ebu Musab)

Bütün karanlıklara, karanlık zihniyetlere rağmen güneşin doğup bütün evreni aydınlattığı gibi vahyin ışığı ile aydınlanmaya ve aydınlatmaya devam etmek her mü’minin görevidir. Yine aynı şekilde yüreklere kin, nefret ve düşmanlığın soğukluğunu ekenlere inat, güneşin doğduğunda her yeri ısıtması gibi üşüyen, soğuklaşan gönülleri sevgi, muhabbet ve merhametin sıcaklığı ile kuşatmak en büyük hedef ve erdem olarak görülmelidir.
Yazıya Bünyamin Doğruer ağabeyin dizeleriyle başlamıştık yine onun dizeleriyle noktalayalım:

“Dağların yüklenmekten kaçındığı emanetin ağırlığında
İmanın ve cihadınla
Göğsünü gere gere dosdoğru halinle
Katliamlarla sesleri kesilmesin
Donmasın bakışları çocukların
Dinsin gözyaşları zulüm altında inleyen mazlumların
Ölümlerin üstüne üstüne onurlu direnişinle
Güneşin türküsünü söyle…”

[1] Şems 91/1
[2] Fussilet 41/37
[3] Hac 22/15
[4] Rahman 55/5
[5] Yasin 36/38
[6] Tekvir 81/1
[7] Mevlâna, Mesnevi, Nahîfî Terc. (İstanbul: 2000), 1/689