Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Erdoğan ile Putin ilişkisinde ölümcül sapma

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sözlerinde mükemmel, eylemlerinde ise Makyavelist bir isim. NATO zirvesindeki son tutumu bu çelişkiyi tamamen somutlaştırıyor. Erdoğan zirve öncesinde, (Moskova’ya) savaşın sonuna kadar Türkiye'de tutma sözü verdiği savaş esirlerinin Ukrayna'ya gitmesini kabul ederek başta Putin olmak üzere tüm dünyayı şaşırttı. Ardından Fransızların Türkiye'deki Rus nükleer reaktörünü denetlemesine izin verdi. Bununla da kalmayıp, Ukrayna Devlet Başkanı’nın Türkiye ziyareti sırasında, Rusların buğday anlaşmasını yenilememesi halinde Ukrayna'nın Karadeniz'deki buğday sevkiyatına Türk savaş gemilerinin eşlik edeceğini söyledi. Erdoğan, bu keskin dönüşleri İsveç'in NATO üyeliğine yönelik vetosunu kaldırarak taçlandırdı. NATO liderleri onu kucaklarken, arkadaşı Putin kendini ihanete uğramış hissetti. Putin her zaman “Rusya'nın çıkarları Türkiye ile çatışıyor ama ben Erdoğan'a güveniyorum” dedi. Şimdi onun yaşadığı acıyı ancak hayal edebiliriz!

Siyasette tarihi gözden kaçırmamalıyız. Çünkü tarih, en azından geleceğe bakmak için bir pusula sağlar. Modern tarih, (Rusya ile Türkiye arasındaki kadim tarihi bir yana bırakalım) çıkar çatışmalarıyla ve Atatürk ile Lenin arasında 1921'de yapılan dostluk anlaşması ve Türkiye'nin Soğuk Savaş sırasında NATO'ya girmesi gibi değişen koşullarla hızla çöken ittifaklarla dolu. Daha sonraki dönemde Atatürk, Türkiye'nin geleceğinin Batı'da olduğunu söyleyerek Rusya'dan uzaklaşma stratejisi izlemişti. Belki de Erdoğan'ın İslamcı geçmişini bilen Putin, Batı düşmanlığı üzerine kumar oynadı. Bu da onun, özellikle Suriye ve Ermenistan gibi sürtüşme bölgelerinde ülkesi ile Türkiye arasındaki hassas çıkar çatışmasını ve Erdoğan'ın Rus ulusal güvenlik kuşağını tehdit eden Turancı kimliğini görmezden gelmesine yol açtı. Diğer yandan Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin'in Neo-Osmanlıcılık ile şekil ve öz olarak mücadele eden Çarlık Rusyası’nı yeniden inşa etmek için çalıştığı düşüncesini hiçbir zaman göz ardı etmedi. O, Putin ile olan çıkarlarının ikinci dereceden, Batı ile olan çıkarlarının ise yapısal ve gerekli olduğunun farkındaydı. Putin gibi Erdoğan da ülkelerinin tarihinin bir savaş ve nüfuz mücadelesi tarihi olduğunu, bu çatışmanın Ermenistan ve Suriye'de çarpışma noktasına ulaştığını ve gelecekte patlak verebileceğini biliyor.

Erdoğan, Rusya ile tarihi geçmişlerinin farkında olmasına rağmen, ülkesinin Suriye, Libya ve diğer ülkelerdeki çıkarlarının kaybolmaması için Başkan Putin'i kendisini Batı ile dengelemesi konusunda kullandı. Batı ise Erdoğan'ın ortak değil, takipçi olmasını istiyor ve eğer takipçisi bunu yapmazsa cezalandırılacak. Bu nedenle ABD’liler 1980’li yıllarda Bülent Ecevit'in solcu hükümetine karşı çıkıp Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğindeki askeri darbeyi desteklediklerinde, dönemin ABD Dışişleri Genel Sekreteri Hague, darbe haberi üzerine toplanan NATO liderlerine “Darbeyi bizim çocuklarımız yaptı” sözlerini sarfetmişti. Bu nedenle Batı, ordu ona sırt çevirdiğinde Erdoğan'ı desteklemek için acele etmedi. Aksine Erdoğan'ın en önemli destekçisi, Suriye'nin kuzeyinde askeri bir savaş başlatmak üzere olduğu Başkan Putin'di. Erdoğan’ın Putin'i destekçisi olarak görmesi gibi Putin de Türkiye’yi Batı'dan uzak tutmak için Erdoğan'la yakınlaşma şansını gördü. Böylece Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i devirmekten geri adım attı ve sınırlarını Kürtlerden korumakla, İran'la müzakere etmekle ve görünüşte NATO karşıtı kampta yer almakla yetindi. Ancak Putin Ukrayna savaşından, güçlerinin başarısızlığından ve Wagner güçlerinin kendisine karşı cephe almasından sonra, artık Batı için stratejik dengeleyici destek ve tehdit değil, bir yük haline geldi. Ekonomik olarak bocalayan Erdoğan, Batı yatırımlarına olan ihtiyacının boyutunu anlıyor ve karşılığında Batı'nın kendisine olan stratejik ihtiyacını biliyor. Bu nedenle, önceki geri adımlarını taçlandıracak başka bir dönüş fırsatını gördü. Erdoğan, son zamanlarda Batı'ya dönmesinin iki şeyi başaracağını umuyor: Türkiye içindeki konumunu güçlendirmek ve yurtdışında bir lider olarak ortaya çıkmak. İçeride, seçmenleri nezdinde meşruiyetini kanıtlayan Erdoğan, şimdi de Batı ekonomik desteğini elde ediyor. Dışarıda ise bir manipülatör, kendi şartlarına göre ittifak kuran güçlü bir lider ve üçüncü dünya ülkelerini savunan bir kahraman olarak ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde Moskova'da bir araya gelen Afrikalı liderler, Putin'den Ukrayna'ya barış jesti yapmasını talep etti. Çünkü bu ekonomik savaşın kendi ülkeleri üzerindeki sonuçlarına katlanamıyorlar. Sadece Putin'den bunu yapmasını istemek, onun artık istenen umut olmadığı anlamına geliyor. Erdoğan'ın Ukrayna Devlet Başkanı’na buğdayın geçişini zorla da olsa garanti edeceğini açıklaması şaşırtıcı değil. Zira bu, Erdoğan’ın üçüncü dünya ülkeleri liderlerinin, özellikle de büyük kaynakları ve geniş pazarları nedeniyle çok önemsediği Afrika kıtasının desteğini kazanmak istediği anlamına geliyor.

Erdoğan'ın yolu, siyasi gerçekçiliğin zirvesini temsil ediyor ve politikalarda değişiklik gerektiren uluslararası gerçekliğin rasyonel bir okumasını temsil ediyor. Bu dönüm noktasına rağmen Erdoğan ortada kalmaya çalışıyor. Ancak aynı zamanda olayların kendisinden daha büyük olduğunun da farkında. Batı karşısında zaafını, Ukrayna'da Batı'nın gücüne ve dayanışmasına tanık olduktan sonra bu zaafın katlanarak arttığını, Çin'in Moskova'ya verdiği sözlere rağmen Rus petrolünden ihtiyacı kadarını yarı fiyatına aldığını ve karşılığında Putin'e tek bir füze vermediğini anlıyor. Hindistan'ın Batı kampıyla daha yakınlaşma arayışını da görüyor. Tüm bu gelişmeler onu Putin'den vazgeçirdi ve yeni bir dönemece hazırlık olarak karşı kıyıya atladı. Erdoğan, Batı'ya ne kadar muhtaç olsa da aralarındaki dostluğun koptuğunu, Batı'nın kendisine komplo kurduğunu biliyor. Bu nedenle fırsatçılığın zirvesiyle gerçeklerle hesaplaşma teorisini benimsiyor. Dolayısıyla hızla Putin ile ilişkisini düzeltmeye çalıştığını ve onunla bir zirve arayışına girdiğini görüyoruz. Diğer tarafta Putin'in aşırı öfkesini de görüyoruz ama buna rağmen Putin'in Erdoğan'a Erdoğan'dan daha çok ihtiyacı var. Bu nedenle, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin restorasyonuna tanık olacağız. Ancak zorunluluk ve karşılıklı yalan temelinde!

Putin, Machiavelli'nin Prens kitabını okuma tutkusuyla tanınıyor, Erdoğan da bu sanatın ustası olarak biliniyor. Bu ustalık onu ister istemez gerçek dostlardan mahrum edecektir. Ancak bunda bir sakınca yok. İngiltere Dışişleri Bakanı Palmerston'ın Kraliçe Victoria'nın ‘İngiltere'ye neden dost bulamadığını’ sorduğunda verdiği cevap mühim:

“Efendim, bizim ne ebedî düşmanlarımız ne de ebedî dostlarımız vardır. Bizim yalnızca kalıcı çıkarlarımız vardır.”