Geçen hafta boyunca, herhangi bir girizgâh olmadan, zırhlı araçların, paletli araçların, tankların, topların ve füzelerin uğultusu Batı Trablus’un sokaklarına geri döndü. Düşman kardeşler arasında bir gece gündüz süren iç savaşın bilançosu yaklaşık şöyleydi: 50 ölü, 160’tan fazla yaralı ve 240 yerinden edilmiş aile.
Çatışmaya yol açan nedenleri bilmek önemli olmayabilir. Asıl önemli olan noktalar şu ki, Trablus -aslında genel olarak Libya- çeşitli isim ve bayraklar altındaki silahlı grupların kontrolünde olduğu sürece barışa, istikrara ve sükûnete tanık olmayacaktır.
Şehrin nüfusunu oluşturan 2 milyondan fazla insan, kendilerini bir kez daha herhangi bir çıkarlarının olmadığı ve her türlü silahın döndüğü bir savaşın ortasında buldular. Şehrin en büyük iki askeri grubu arasında alevlenen çatışmaların ne sebebini biliyorlardı ne de önceden bir uyarı almışlardı. Sokakları ve mahalleleri terk edip, ölümden kaçmak için evlerin duvarlarının arkasına sığındılar. Her zaman olduğu gibi bedelini -daha doğrusu bedellerini- ödemek zorunda kalan onlardı.
Merhum Tunuslu Araştırmacı Yazar El-Munsif el-Vennas’ın söylediği gibi, işlerin yabancı başkentlerden, kapalı kapılar ardında ve birçok merkezde yürütüldüğü, şeffaflığın olmadığı ve ganimet, kabilecilik ve tahakküm kültürünün hakim olduğu bir ülkede hiç kimse, Başkanlık Konseyi ya da Başbakanlık veya hatta Savunma ve İçişleri bakanlıkları sözcüsü sıfatı taşıyan bir hayalet suretinin dahi çıkıp 6 milyon Libya vatandaşına yaşananların arkasındaki sebepleri, niçin yaşandıklarını ve kimin sorumlu olduğunu açıklamasını beklemiyor. Hiç şüphesiz, her defasında bu tür çatışmalar yaşandığında olduğu gibi, hiçbir devlet kurumu bir soruşturma komisyonu kurup cezalandırılmayı hak edenlerin adalet önüne çıkarılması için bir karar yayınlamayacak.
İşin kötüsü, Trablus’taki Ulusal Birlik Hükümeti (UBH), istese de istemese de, iki gruptan yaralıları tedavi için yurtdışındaki hastanelere hava ambulansı ile göndermek ve tüm masraflarını karşılamak zorunda kalacak. Alışılageldiği üzere, başbakan zararları değerlendirmek ve zarar gören vatandaşların durumunu tazmin etmek için bir komite kurma sözü verdi. Ancak vaat edilen komite kağıt üzerinde bir mürekkep olarak kalacak ve zarar görenlerin cebine bir kuruş girmeyecek.
Devletin kontrolü dışındaki milis grupların, taşıyıcıda cilt bozukluğu, ağrı ve uykusuzluğa neden olan bir deri döküntüsünden hiçbir farkı yoktur. Devletler kurmazlar, vatanlar inşa etmezler. Tarih bunu kanıtlamıştır. Eşkıya çetelerinin amacı ganimet olduğu gibi, her silahlı grubun da amacı ganimettir. Ganimetler -çoğu durumda- birbirlerine karşı savaşa girmelerinin sebebidir. Mevcut durumun olduğu gibi devam etmesi, her nerede olurlarsa olsunlar, herhangi bir silahlı grubun liderlerinin hedeflerinin başında gelir. Aralarındaki çatışmanın daha ilk sinyalinde silaha başvurmaları, bağlı oldukları ve ayrılmadıkları bir kaidedir.
Son çatışmalar, Trablus’taki silahlı gruplar arasındaki pozisyonlar ve anlaşmazlıklar açısından öncekinden farklı. Örneğin, yaklaşık bir yıl önce şehrin sokaklarında meydana gelen son çatışma, iki silahlı grubun tamamen tasfiye edilmesine ve liderlerinin yurt dışına kaçmasına neden olmuştu. Ancak son günlerde yaşanan çatışmada, bu, iki savaşan grubun tasfiyesine yol açmadı. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak, aralarında kemik kıran bir savaşın patlak verme olasılığı artıyor. Bunun yaşanması durumunda yangınları başkentin sakinlerini etkileyecek.
Buna ilaveten 444 Tugayı Komutanı -anlatılanlara göre- Suç ve Terörle Mücadele Birimi Rada tarafından Mitiga Uluslararası Havalimanı’nda gözaltına alınmıştı. Başkaları ile birlikte komutan ve UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe, yeni bir Hava Kuvvetleri subay grubunun mezuniyet törenine katılmak üzere Mısrata şehrine uçacaklardı. Ancak komutan gözaltına alınmıştı.
Alıkonan Komutan Mahmud Hamza, Suk’ul Cuma bölgesinin ileri gelenleri ve başkanlarının müdahalesiyle saatler sonra karargâhına geri dönmüştü. Geri döndüğünde güçleri sevinçten havaya ateş açarak onu karşılamışlardı. Daha sonra sosyal medyada kendisine geçmiş olsuna gelen heyetleri kabul ederken fotoğrafları ortaya çıkmıştı. Ancak hayatını kaybedenler ne evlerine ne annelerine ne eşlerine ne de çocuklarına bir daha geri dönebilecek. Başkent sakinlerinin kalpleri, kendilerini terk eden sükûnete son vedalarını edecek. Zira yaşananlar, güç ve serveti yağmalamak için yarışan silahlı grupların insafına kalmış bir şehirde kendisine yer olmadığını kanıtladı.
İlginç bir şekilde, UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe her zamankinden daha endişeli ve hüsrana uğramış görünüyordu. Hiçbir şey yapamayarak olup bitenleri izleyen ‘bir figüran’ gibiydi. Çatışmalar durduktan sonra kendisine eşlik edenlerle birlikte gece geç saatlerde çatışma bölgelerini ziyaret ederken çekilmiş fotoğrafları basına yansıdığında yüzünde alışılmadık bir tedirginlik göze çarpıyordu. Daha sonra Dibeybe, ofisinde şehrin merkezindeki Suk’ul Cuma bölgesinin ileri gelenleriyle bir araya gelerek onlardan tutuklanan komutanın serbest bırakılması ve durumun kontrol altına alınması için müdahale etmelerini ve bölgeden oldukları için muhalifler arasındaki anlaşmazlığı çözmelerini istemişti.