Cemal el-Keşki
TT

Aksa Tufanı ile Demir Kılıç arasında

Arap bölgesi, 7 Ekim 2023 Cumartesi sabahı Filistin-İsrail çatışmasında yeni bir sayfaya uyandı. Bu sefer öncekiler gibi değildi, zaman ve mekân açısından farklı koşullarda geldi.

İsrail tarafında daha önce benzeri görülmemiş bir kafa karışıklığı durumu yaşandı. İsrail iletişim ve istihbarat teşkilatları tarafından böyle bir ani saldırı beklenmiyordu. Filistinli grupların Aksa Tufanı adıyla gerçekleştirdiği saldırıya karşı İsrail, Demir Kılıç operasyonunu başlattı.

Onlarca esir ve ölü, yüzlerce yaralı... Kayıplar devam ediyor. Savaş her yöne yayılabilir. Zira senaryolar çeşitlilik gösteriyor.

Asıl kriz ise barış yolunun tıkanması ve 4 Haziran 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına yol açacak çözümlere ulaşılamamasıdır. Yıllar boyu İsrail’in inadı herhangi bir çözüme fırsat vermedi. Eylül 1993'teki Oslo Anlaşması'nın üzerinden otuz yıl geçti. Ondan önce ve sonra Araplarla yapılan onlarca anlaşma, girişim üstüne girişim… Burada 2002 yılında Beyrut'ta kabul edilen Arap Barış Girişimi'ni, Annapolis toplantılarını, Şarm eş-Şeyh görüşmelerini ve 1978 yılındaki Camp David Sözleşmesi’ni, 1979'da imzalanan barış anlaşmasını, 1994'te Vadi Arabe Barış Anlaşması’nı ve Kral Fahd bin Abdulaziz'in 1982'de Fes Arap Birliği Zirvesi'ndeki girişimini hatırlayalım. İsrail, bu çağrılara kulak asmadı. Filistin halkı artık bıktı ve sabrı tükendi.

Müzakere savaşları Filistin-İsrail çatışmasının ana özelliği haline geldi. Patlar ve sonra durur, ancak net bir nihai son belirlemez. Görüşmeler, adil ve kapsamlı barışın temellerine ve Filistin halkının kendi bağımsız devletini kurma konusunda kendi kaderini tayin etmesine dayanır.

Bu tıkanıklık, Filistin halkının uluslararası yasalar ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından çıkarılan sözleşmelerde öngörülen tarihsel haklarını tanımak istemeyen çeşitli partizan ve elit bileşenleriyle İsrail devletinin ihmalinin meşru bir sonucudur. Bunların başında Cenevre Sözleşmeleri gelmektedir. İsrail, son on yıllık süreçte isyan eden yeni Filistinli nesillerin hayalini ve gerçek umudunu temsil eden kapsamlı bir barışı göz ardı ederek yalnızca kendi deyimiyle ‘ekonomik barış’ sunmakla yetiniyor. Söz konusu Filistinli nesiller, mezhepsel veya coğrafi bağlılıkla ilgili geleneksel referanslara dayanmadan bağımsızlığı arıyor.

Geçtiğimiz dönemlerde Gazze Şeridi'nde, Batı Şeria'da ve Yeşil Hat'ta gördüklerimiz, siyasi renkleri birbirine karıştıran kavramlara sahip bir nesille karşı karşıya olduğumuzu doğruluyor. Bu nesil, işgalden kurtulmanın ve Filistin devletinin bağımsızlığına dayalı barışa ulaşmanın zamanının geldiğine inanıyor.

Aksa Tufanı, İsrail'in 2005 yılında Gazze Şeridi'nden tek taraflı olarak çekilmesinden bu yana son yirmi yılda yaşanan çatışmaların tarihindeki en tehlikeli olay olduğuna inandığım yeni bir dönemi temsil ediyor. Burada, üzerinde düşünülmeyi hak eden birkaç gözleme vurgu yapmak istiyorum. Bunlardan ilki, Filistin'in İsrail'le çatışmasının taktik ve stratejisindeki büyük değişimdir. Zira bu sefer sürpriz unsuruna ve benzeri görülmemiş yeteneklerle doğrudan savaşmaya dayanıyordu. Filistinlilerin Gazze çevresinde yer alan yerleşim birimlerine hücum edebilmesi ve İsrail ordusundan onlarca yerleşimci, asker ve komutanı esir alabilmesi, zırhlı araç ve tankları ele geçirebilmesi çok önemli hususlar. Yaşanan bu durum İsrail'in karadan, denizden ve havadan kapsamlı bir saldırı altında olduğunu anlamasına ve tedbir çağrısı yapmasına yol açtı. Bu 50 yıldır yaşanmamıştı. İkinci gözlem ise İsrail'in elinde, bu savaş için hazırlıkların birkaç ay önce başladığını gösteren bilgiler olmasına rağmen istihbarat birimlerinin bu saldırıyı tahmin edemediğini kabul etmesidir.

Üçüncü gözlem, Filistinli grupların liderlerinin yurtiçi ve yurtdışındaki tüm siyasi güçlere savaşa katılma çağrısı yapmasıdır. Bu davetin Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye ve İzzeddin el-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed ed-Dayf'dan İsrail ile çatışma çemberini genişletmek amacıyla gelmesi dikkat çekti. Dördüncü gözlem ise İsrail'in, tüfek sesinden uzak, yeni bir siyasi yol düşünmeden, gelenekçilik ve intikam ruhuyla karakterize edilen tepkisinin doğasında görünüyor.

Bu gözlemlerin ortasında, küresel ve bölgesel tepki güçlü bir şekilde mevcuttu. Ancak bu, düşmanca ve tekrarlanan bir mevcudiyettir, öfkedir, sessizliktir ve sabırdır. Belki de yeni bir gerginlik bekleniyor.

Bir soru ortaya çıkıyor: Filistin ve İsrail arasındaki tüm bu eski ve zaman zaman yenilenen çatışmanın ardından ne gelecek? Korku ve endişeyle inleyen bir dünyada bu konunun geleceği ne olacak? Bu tarihi meseleye radikal bir çözüm bulunmadan bölgede ve çevresinde istikrar sağlanabilir mi?

Aslında tüm tarihsel kanıtlar, dünyadaki son işgal yeri olan Filistin devletinin İsrail tarafından işgali sona ermeden ne Ortadoğu'da ne de dünyada istikrarın sağlanamayacağını gösteriyor. 5 Haziran 1967'den bu yana tanık olduklarımız, Ortadoğu'da barışın, istikrarın ve refahın başlangıcının gerçek anahtarının Filistin devletinin kurulması olduğunu doğruluyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistin devletinin ilk etapta var olmadığını vurguladığı ‘Güneşin Altında Bir Yer’ isimli eserinde anılarını kaleme aldı. Barışın sağlanması için Netanyahu'nun kitabında da gördüğümüz felsefesine dayanan aşırı sağcı söylem ve kavramların stratejik bir şekilde değiştirilmesi gerekiyor.

Filistin tarafında da 2007 yılından bu yana başlayan her türlü ayrılığı aşan bir Filistinliler birliği olması gerekiyor ki İsrail, müzakere edebileceği bir Filistinli ortağının olmaması bahanesine başvurmasın.

Arap dünyasına geldiğimizde şunu söyleyebiliriz ki, Arap Birliği'nin, yaşayabilir bir Filistin devletinin varlığının uluslararası meşruiyetini sağlamak için uluslararası toplumla birlikte kalıcı eylemlerde bulunması gerekiyor.

Uluslararası düzeyde, özellikle BM tarafından çıkarılan, uygulanması gereken tarihi kararlar var. Kuşkusuz bu kararlar, İsrail'in yetmiş yıldır istikrardan mahrum bıraktığı bölgede barışın inşası ve pekiştirilmesiyle ilgili.

Dolayısıyla tüm bu kanıt ve tahminlere rağmen bütün senaryoların açık olduğunu söyleyebiliriz. Ya İsrail'in eski geleneksel yaklaşımında ısrar etmesiyle bölge daha da kötüleşecek, ya da kalbinde Filistin halkının yer aldığı, yeni nesil halklarla ilişkilerde eski sözlüğü kabul etmeyecek kurallara sahip yeni bir dünya şekillenecek.