Son yazımızda Gazze-İsrail savaşı krizinde Macron’un politikasının tereddütlü pozisyonlarından bahsetmiştik ve yazının sonunda, Macron’un krize ilişkin politikasındaki bu tereddüdün sebeplerini sorgulamıştık. İspanya ve Belçika başbakanlarının, Avrupa Birliği'nin bir Filistin devletinin kurulmasını tanıması ve bu devletin Birleşmiş Milletler üyeleri arasında tam üyeliğinin desteklenmesi yönündeki tutumuna değinmiştik.
Macron'un politikasındaki tereddüdün nedenlerini tartışırken, Arap ve Müslüman cemaatinden sonra sayısal olarak ikinci sırada yer alan Fransız Yahudi cemaatinin büyüklüğünün dikkate alınmasından mı kaynaklandığını sorgulamıştık. Cumhurbaşkanı Macron başkanlık döneminin sonuna gelmiş olmasına ve tekrar aday olamayacak olmasına rağmen, onu Fransız Yahudi cemaatiyle daha fazla suç ortağı yapan şey nedir diye sormuştuk.
Burada sorulan soru şu: Gerçekten bir Arap politikası mı yoksa Arap dünyasının da parçası olduğu bir Ortadoğu politikası mı var? Bu yüzden mi makalenin başlığı Macron, Fransa'nın Arap dünyasındaki konumunu nasıl eski haline getirebilir olup, Macron Fransa'nın Arap politikasına nasıl yeniden ivme kazandırabilir değil? Paris'te uluslararası ilişkiler okuduğum dönemde, General de Gaulle döneminde bazılarının onun politikasını Arap yanlısı bir politika olarak tanımlamayı önerdiklerinden bahsedildiğinde, o zaman bunun, Arap dünyası yanlısı bir politika değil, Fransa'nın Arap dünyasındaki çıkarlarını temin etmeye yönelik bir politika olduğu yorumunu yaptığımı hatırlıyorum. Bu politikanın derecelerinin ve ilgi alanlarının bir Arap ülkesinden diğerine ve bir Fransız başkanında diğerine değiştiğini belirtmiştim.
Gazze Savaşı'na, Fransa'nın bu konudaki tutumuna ve İsrail ile ilişkilerine yansımalarına gelince; Fransa'nın General de Gaulle dönemindeki tutumu ile Cumhurbaşkanı Macron dönemindeki mevcut tutumu arasındaki temel farkı hatırladım. Elbette burada iki şahsiyet arasındaki karşılaştırma ve yaklaşım, Fransa ve dünya tarihindeki konumları düzeyinde değil, Fransa cumhurbaşkanı olarak tutumları düzeyinde yapılıyor. De Gaulle, Haziran 1967’teki savaşta saldırıyı başlatan İsrail'i kınamıştı. Bu pozisyonun bedeli, diğer Fransız politikacıların sert eleştirilerine maruz kalmak olmuştu. Medya ve kamuoyu, anti-Semitizm suçlamaları da dahil olmak üzere ona birçok eleştiri yöneltmişti. Düzenlediği basın toplantısında konuşmasının bazı bölümleri şiddetli tepkilere yol açmıştı. De Gaulle İsrail'in kuruluşundan ve ‘o zamana kadar dağınık, her zaman olduğu gibi kendisini seçilmiş gören, kendine güvenen, kontrol etmeye meyilli bir halk olarak kalan Yahudilerin, geçmişteki ihtişamlarının yattığı yerlerde bir araya gelir gelmez, dizginsiz bir hırs ve fetih eğilimiyle arzularını gerçekleştirmeye çalışmalarından’ bazılarının kendi tabiriyle duyduğu korkudan bahsetmişti. Önde gelen düşünür ve yazarların çoğu bu açıklamaları kınamıştı. Bu makaleyi yazarken büyük yazar Raymond Aron'un ‘De Gaulle - İsrail ve Yahudiler’ (1968 baskısı) adlı kitabını satın aldığımı hatırladım. Aron kitabının başında François Mauriac ve André Malraux gibi büyük Fransız yazarlar General de Gaulle'ün söylediklerine yanıt vermiş olsalardı, kendisinin bir kitap yayınlamak istemeyeceğini ifade ediyordu. Fransız yazarlar bunu yapmadıkları için, bilhassa Yahudi halkını tanımlarken kullandığı ‘kendisini seçilmiş gören, kendine güvenen, kontrol etmeye meyilli bir halk’ şeklindeki kısa tanımlama gibi bir devlet başkanına yakışmayan ve hiçbir Batılı liderin söylemediği, Yahudileri ve Samileri aşağılayan sözlerine kendisinin cevap verdiğini belirtiyor.
Cumhurbaşkanı Macron'un dönemi, General de Gaulle'ün yönetiminden ve kişiliğinden farklı. Aralık 2019'un ilk haftasında, Genel Kurul’da (Temsilciler Meclisi) Fransız milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Macron'un daha önce aynı yılın şubat ayında Fransa'daki Yahudi Kurumları Temsilci Konseyi’ne verdiği söze dayanarak, antisemitizmin tanımını Siyonizm karşıtlığını da içerecek şekilde genişleten bir metni kabul etmişlerdi. Bugünse, Gazze'deki olaylarla birlikte Macron, Paris'te yakın zamanda yayılan Yahudi karşıtlığını kınayan büyük bir gösteriye katılmaktan kaçınarak ‘değişken’ tutumunu tekit etti. De Gaulle'ün Yahudilik ve İsrail hakkında söylediklerinden geri adım atmayı reddeden tutumunun aksine Macron, İngiliz BBC'ye yaptığı İsrail'in Gazze'de yaptıklarını kınayan açıklamalarından sonra, geri adım atarak sözlerini yumuşattı. İsrailli mevkidaşı ile yaptığı telefon görüşmesinde etkisini hafifletmeye çalışarak, İsrail'i Gazze'deki sivillere kasıtlı olarak zarar vermekle suçlamak gibi bir niyetinin olmadığını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Macron Fransa'nın Arap dünyasındaki konumunu nasıl eski haline getirebilir sorusuna gelince; bu sorunun cevabını, geçtiğimiz günlerde Le Monde gazetesinin yayınladığı bir makalede önde gelen bazı Fransız isimler verdi. Bu isimlere göre Fransa, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden müfettişlerin Gazze'de işlenen ve faillerinin cezadan kaçmasına izin verilmemesi gereken suçları soruşturmak üzere Gazze'ye girmesi için destek talep etmeli. Cumhurbaşkanı Macron, Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşta Başkan Putin'in yargılanması talebini desteklediği gibi, artık Gazze krizinde de hukuki hesap sorma içermeyen kınama açıklamalarıyla yetinmemeli ve Gazze ablukasının tamamen kaldırılması için çalışmalı.
Bu noktada ben de ikinci bir talepte bulunuyorum, o da Cumhurbaşkan Macron'un İspanya ve Belçika başbakanlarıyla koordineli olarak, Avrupa Birliği'ne, Filistin Otoritesi’nin Birleşmiş Milletler'e tam üyeliğinin kabul edilmesi talebini benimsemesi önerisini sunmasıdır. Macron diğer yandan büyük güçlerin iki devletli çözüm talebinin pratikte uygulanmasını, keza o dönemde ne yazık ki Arap ülkeleri tarafından reddedilen BM'nin 1947 tarihli 181 sayılı kararının en azından devreye sokulmasını da teklif etmelidir. Fransa, Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden biri ve Rusya ile Çin'in böyle bir tasarıya itiraz etmeyecekleri ve hatta ABD ve İngiltere’nin de aynı fikirde olabilecekleri düşünülüyor. Peki, Cumhurbaşkanı Macron tarihsel olarak ölümsüzleşmek için bunları yapar mı?