İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Batının “çok geç tepki verme” politikasının arkasındaki niyetler

Sonuncusunu Yemen'e yönelik Anglo-Amerikan hava saldırılarının temsil ettiği yaşananlar, bölgenin bir sonraki haritası üzerinde müzakereci “hareketlendirme savaşları”ndan başka bir şey değil.

Batının gerçekçi ifadelerinden biri şudur: "Hata ilk kez yapıldığında bir öğrenme fırsatıdır. İkinci kez yapıldığında kusurdur, üçüncü kez yapıldığında ise aptallıktır!!."

Bu söz her bireyin günlük yaşamı için geçerlidir, fakat dünyanın en büyük gücünün aynı hatayı tekrar tekrar yapması aptallık değil, aksi iddia edilse bile ancak kasıtlılık olabilir. Dolayısıyla Kızıldeniz bölgesindeki askeri durum bu noktaya gelmişken, artık işleri ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'in veya Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü Amiral John Kirby’nin bizden anlamamızı istediği gibi anlamamıza olanak kalmıyor.

Kastettiğimiz, böyle yüksek bir politik düzeyde aynı hatanın tekrarlanmasının - ya da gecikmiş tepkinin tekrarlanmasının diyelim - bir tür aptallık olması imkansızdır. Bu daha ziyade rollerin dağıtıldığı, bütçelerin tahsis edildiği, tarih ve saatlerin belirlendiği stratejik bir politikadır.

Washington, 2003’teki işgalinin ardından Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinin Irak'ı Tahran'daki mollalara ve Devrim Muhafızları’na kolay bir lokma gibi teslim etmesine belki şaşırdı. “Belki” diyorum; çünkü ABD'de araştırma merkezleri, yüksek enstitüler ve üst düzey uzmanlıklar var ve bunlar savaş ve barış kararlarını alanlara Irak'ın, demografik yapısının, stratejik konumunun, bölgesel ve dış düşmanlıkları ile ittifaklarının, Ortadoğu ve Körfez'deki genel güç dengesinin, net bir resmini sunabilirler. Tahran'ın 1979'dan sonra "İslam Devrimi'ni ihraç etme" sloganıyla Araplara karşı başlattığı mezhepçi ve yayılmacı savaştan bahsetmiyoruz bile.

Dahası İran'ın ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yıllık "haydut ve terörü destekleyen" ülkeler listesinde düzenli olarak üst sıralarda yer aldığını hatırladığımızda bu "belki" daha ciddi ve şüpheli hale geliyor. Ama bunun bir önemi yok.

Irak işgal edildi, yöneticileri devrildi, idam edildi ve yeni "efendileri", İran'daki sürgünlerinden gelerek iktidarı ele geçirdiler ve Ayetullah Humeyni'nin "ihraç etme" planını uygulamaya başladılar. Ancak Tahran yandaşlarının Irak siyasi sahnesine hakim olduğu yıllar içinde, İran nükleer projesinin ivmesinin hızlanmasına, Devrim Muhafızları’nın müdahale ve vesayet çemberini fiilen “işgal altında” olan Irak'a komşu ülkeler Bahreyn ve Kuveyt'ten, Suriye ve Lübnan ile Yemen'e kadar genişlemesine paralel olarak Washington için de bu tablonun netleşmesi gerekiyordu.

Ancak bazı nedenlerden dolayı -ki bunlar ABD menşeli olabilecekleri gibi İsrail’in telkinleri de olabilir- Washington ve Tel Aviv, İran'ın bölgesel emelleriyle "bir arada yaşamayı" tercih ettiler. Oysa daha önce Irak'ın bu alandaki emellerini sona erdirmek için acele etmişlerdi. Bugün de devam eden bu "bir arada yaşama", 2003 işgalinden önce İran'ın Bağdat'taki iktidar "boşluğunu" "doldurma" planına karşı açıkça uyarıda bulunanlar da dahil olmak üzere Arap bölgesindeki ülkelerin endişelerine rağmen gerçekleşti.

Bunun ardından, özellikle 2006'dan sonra, Washington da dahil olmak üzere Batılı başkentlerin, Hizbullah’ın fikri, stratejik ve lojistik olarak Tahran'a bağlı olan siyasi ve askeri kanatları arasında ayrım yapan bir formül “icat etmesinin” ardından Lübnan, Hizbullah'ın hegemonyası altında yaşamaya bırakıldı.

Daha sonra DEAŞ’ın şüpheli ortaya çıkışı bahanesiyle bir arada yaşama devam etti ve 2011 ayaklanmasından sonra Suriye'ye uzandı. Şam rejiminin ABD Dışişleri Bakanlığı'nın “haydut ve terörizmi destekleyen” devletler listesinde Tahran rejimi ile birlikte olmasına, çeşitli ülkelerden gelen ve çeşitli isimler taşıyan İranlı milis gruplarının Suriye'deki çatışmalara katılmasına ve ardından yerleşmelerine, milyonlarca sivilin hayatına mal olan mezhepçi temizlikte kimyasal silah ve varil bombalarının kullanılmasına rağmen Washington ve Tel Aviv bir kez daha statükonun devamını kabul ettiler.

Aynı şekilde, 7 Ekim operasyonundan sonraki iki veya üç gün içinde Washington, Gazze Şeridi çevresinde olup bitenlerde "İran'ın rolüne dair hiçbir kanıt" olmadığını duyurmakta acele etti. Ama haftalarca süren sistematik yıkım ve 3 ay içinde on binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açan korkunç katliamların ardından fikrini değiştirdi. Bu arada, siyasi pazarlık ve güvenlikle ilgili şantaj konusunda deneyimli olan Tahran