Velid Haduri
Enerji konusunda uzman, Iraklı yazar
TT

ABD ve enerji gücünü riske atma

Amerikan Petrol Enstitüsü, 10 Ocak'ta Washington'da düzenlenen Amerikan enerjisinin durumuna ilişkin yıllık toplantısında, partilerin öncelikli olarak "enerji bağımsızlığını hedefleyen, ABD'nin bir gecede ortaya çıkmayan enerjideki rolünün olumlu yönlerinden yararlanmayı amaçlayan uzun vadeli bir enerji politikasına" odaklanmaları çağrısında bulundu. Washington'daki yetkililerin açık ve birbirine yakın politikaları olmadan bu olumlu yönlerin sürdürülemeyeceği değerlendirmesinde bulundu.

Washington merkezli Amerikan Petrol Enstitüsü, Amerikan petrol şirketlerinin büyük çoğunluğunu temsil ediyor. Bu şirketlerin Kongre koridorları ile Beyaz Saray'daki etkili bir lobisi olan Enstitü, Washington DC'de Amerikan petrol endüstrisinin çıkarlarını temsil ediyor.

Enstitü Başkanı Mike Sommers, “Amerikan petrol endüstrisinin uzun vadeli hedeflerini” şöyle özetledi: “Dünyadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla enerji üretiyoruz. Bu, ülkemiz ve milli güvenliğimiz için faydalı olduğu gibi, bu zor ve kriz dolu günlerde aynı zamanda bizim sigorta poliçemizdir.” Sommers şunu da ekledi: “Amerikan enerji politikasını farklı kılan ve ona diğerlerine karşı güç veren de budur. Bu uzun bir süreçte başarılmış bir şeydir ve Washington'da doğru politikalar takip edilmeden sürdürülemez.”

Sommers, Amerikan enerjisinin gücünü korumak için, "Siyasi yetkililerin federal topraklarda petrol arama ve üretimi için verilen lisansları artırması ve Amerikan enerjisinin gelişimini önleyen engelleri aşmak için gerekli lisansları vermesi gerektiğini" söyledi.

Konferansa katılan bazı Kongre üyeleri ise Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin enerji politikaları arasındaki farklar hakkında konuştular. Sommers, iki partinin enerji politikaları arasındaki farklılıklara değinerek şunları söyledi: “Liderlerimiz, gelecek nesiller pahasına ABD'nin enerji gücünü riske atıyor. Taraflar onları birbirine yaklaştıran bir politika benimseyebilir ve ardından yeniden iki partinin üstünde bir Amerikan enerji politikası oluşturabilirler. Petrol ve gaza sürekli erişim, ülkenin altyapısının onarılması, yeniden inşası ve güvenliğin güçlendirilmesi de bu politikanın dahilinde olmalı.”

World Oil dergisine göre, Amerikan Petrol Enstitüsü konferansında, istenen hedeflere ulaşma yolunda ilerlemek amacıyla uzun vadeli bir Amerikan politikası benimsemek için üç temel kurala odaklandı.

Birincisi; enerjiyi elde etmek: ABD'nin mevcut rekor petrol üretimi (mevcut bilgilere göre günde 13,2 milyon varil) önceki yönetimlerin politikalarının sonucudur. Washington bu üretimi sürdürebilmek için çabalarını petrol ve gaza erişimin de dahil olduğu çok kaynaklı bir ABD enerji politikası etrafında birleştirmeli ki bunu da yapabilir.

İkincisi; ulusal güvenlik: Jeopolitik krizler, ulusal güvenlik için gerekli olan enerjiye erişimi temin etmekte zorluklara yol açıyor. Zira federal hükümetin "kendisini kanıtlamış" enerjiler pahasına yeni enerjilere öncelik veren dar görüşlü politikaları, Amerikan enerji sisteminin gücünü tehlikeye atıyor ve zayıflatıyor.

Üçüncüsü; Amerikan altyapısı: Modern altyapının inşasının önündeki engellerin kaldırılması ve modern bilimsel temellere oturtulması, uzun vadeli enerji talebinin karşılanması ve aynı zamanda iklim değişikliğiyle mücadele için bir gereklilik.

Amerikan Enstitüsü konferansındaki müzakereler ve hedefleri, Amerikan petrol şirketlerinin “tarihi” rol dedikleri rollerini oynamaya devam etme çabalarına işaret ediyor. Bu rolün ne olduğunu tanımlamamalarına rağmen, bir yandan Amerikan enerji endüstrisinde temel bir rol oynamak, diğer yandan ABD başkanlık seçimleri ve ara seçimler sırasında yapılan cömert bağışlar sayesinde Washington'daki nüfuzlarını sürdürülebilmek olduğu açık. Üretici ülkelerdeki çıkarlarını koruyan Amerikan dış politikasındaki rollerinden bahsetmiyoruz bile.

Bu şirketlerin bir kısmı sürdürülebilir enerjilere yaptıkları yatırımlara rağmen, birçok cephede rekabet ile karşı karşıya oldukları için aynı zamanda ABD'deki petrol yatırımlarını da korumaya çalışıyorlar. Bu cephelerden bazıları şunlar; bazı yatırımların sürdürülebilir enerji sektörlerine yönelmeleri, ABD'nin kendi içindeki sosyal ve politik bölünmelerden duyulan korku ve bunun uzun vadeli yatırım politikaları üzerindeki olumsuz etkileri.

Bugün, aşırı sağ ile Amerikan toplumunun büyük grupları arasında keskin bir iç toplumsal uçurum var ve bu uçurum her iki tarafın politikalarına da yansıyor.

Günümüzde Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler arasındaki enerji, ekonomi ve sosyal politikalar geçmişin aksine büyük farklılıklar gösteriyorlar. Bu da aralarında çelişkili politikalar yaratıyor ve petrol şirketlerinin uzun vadeli politikalar oluşturmasını zorlaştırıyor.

Bunun en güzel örneği, Demokrat Başkan Barack Obama'nın, 2015'te Paris'te yapılan COP Konferansı’nda imzaladığı Paris Anlaşması’ndan Cumhuriyetçi Başkan Trump’ın geri çekilmesiydi.  Ayrıca iki tarafın farklı vergi projeleri ve bunların büyük şirketlerin kârları ve performansları üzerindeki farklı etkileri de var. Son olarak iki parti arasında çevre ve iklim politikalarında da ihtilaflar bulunuyor.

Dubai'deki COP28 anlaşmasından sonra petrol şirketlerinin emisyon azaltma projelerine (örneğin karbon geri dönüşüm endüstrisine) yatırım yapmak zorunda kalacağı artık açık. Buradaki soru şu: Şirketler bu endüstrilerin inşasında vergi teşvikleri yoluyla federal hükümetten yardım mı talep edecekler, yoksa ek yatırımların sorumluluğunu tek başlarına mı üstlenecekler?

Önceki deneyimler, şirketlerin ek kâr elde etmek ve diğer ülkelerdeki şirketlere karşı fiyat rekabeti sağlamak amacıyla, vergi teşvikleri yoluyla bazı yatırım projelerinin finansmanında hükümetlere mümkün olduğunca yardımcı olma yoluna gittiklerini gösteriyor.