Dünya İslam Birliği (Rabıta), iş birliği, dayanışma, hassasiyetleri giderme, ılımlılık, hoşgörü, birlik ve geleceğe bakma değerlerini yaymak amacıyla Mekke'de çeşitli grup ve mezheplerden İslam alimlerinin katıldığı büyük bir konferans düzenledi. Bu minvalde yapılan toplantılar, (özellikle de gerçek dinin yüzünden karanlığı temizlemek, sükuneti yeniden tesis etmek, barışı yaymak, yeni ve gelişmiş olanı yaratmak için kurumlar arasında ortaklık ve iş birliği beyanları, belgeleri ve sözleşmeleriyle) son yıllarda bölünme, yabancılaşma ve aşırılığın getirdiği zorluklara karşı şemsiye oluşturan övgüye değer bir uygulama haline geldi.
Ancak, tartışmayı yenilemek istediğim konu, kamusal dini söylem ve bu söylemin çok sayıda ve yoğun değişimin ortasında nasıl şekillendiği. Bu, neredeyse her gün konuşulan büyük bir konu. Zira din alimlerinin temel görevleri dört yönlüdür: İnanç ve ibadet birliğine davet, dini eğitim, fetva ve genel irşad. Mekke Konferansı ve benzeri konferanslar tamamen genel irşadla ilgili. İlk üç alanda (inanç ve ibadet, dini eğitim ve fetva) etki halen güçlü ve önemli. Ancak dördüncü alanda (genel irşad) artık öyle değil. Artık medya, iletişim araçları ve uydu kanallarında toplumları yönlendirmek için gündemleri olan birçok oluşum var. Bu alanda din alimlerinin kapladığı alan, değişkenler, programlar ve bilgi, eğilimler, şimdiki ve geleceğe dair algılardaki çatışan çıkarlar yoluyla yapılan katkılar ile birçok zorluk nedeniyle daraldı.
Açık olmak gerekirse, son yıllarda radikalizmle yüzleşmenin, dini ve kültürel ötekilerle diyalog kurmanın zorluklarından bahsediyorum. Bilgi ve tecrübe eksikliğinden, çağın ve dünyanın değişmesinden dolayı gerek yüzleşmede gerekse iletişimde pek çok zorluk yaşandı. Tıkanıklıkların ardından yolların açılması, İslam alanı, dinler ve kültürler dünyasıyla ortaklıkların netleşmesi için kişi ve kurumların büyük çaba sarf etmesi gerekti. Halen da öyle. Daha çok çalışmaya ihtiyaç var, ancak daha önce de söylediğimiz gibi alan açıldı. Çünkü ihtiyaçlar gereklilik haline geldi ve bunlar hakkındaki bilgimiz durmadan artıyor.
Dini söylem şu anda bir dizi spesifik sorunla karşı karşıya ve bunları ele almaktan aciz. Kur'an-ı Kerim onlarca ayette iyiliği emredip kötülükten nehyetmemizi emrediyor. Buradan, bilinenin evrensel olduğu ya da bilme ve paylaşma konusunda dünya ile ortak olduğumuz anlaşılmakta. Bilgi alanlarının başında insan hayatı, düşünceleri ve bunlara dayalı davranış biçimleriyle ilgili temel değer konuları gelir. Bu değerlerin merkezinde aile hayatı ve aile ahlakı yer alır. Kur'an'ın ilgisi bu ve benzeri özel ve kamusal ahlak yönleri için merkezi ve temeldir. Peki, yeni toplumlarımızda ve dünyada, özel ve kamusal yaşamlarımızda büyük ve küçük her şey üzerinde derin bir etkiye sahip olan, tanımlanabilecek ve güvenilebilecek evrensel bir iyilik hâlâ var mı?! Bu büyük değişimler evrensel bir iyiliğe ve evlerde, ailelerde, çocuklukta, eğitimde, yetiştirme ideallerinde ve yönelimlerde bize saldıran etkileri nasıl anlayacağımıza ve bunlarla nasıl yüzleşeceğimize dair bir alan bıraktı. Yeni bir şey söylemediğimi biliyorum, ne de özel ve kamusal alandaki bilinmeyenlerden bahsediyorum. Ancak dikkat çeken şey, artık bu konularda bir söylemimiz ya da anlama yöntemimiz olmadığıdır. Söylemimiz -eğer böyle adlandırabilirsek- iki parçalı hale geldi: Makul alternatifler sunmadan meydan okuyan, kınayan ve yüzleşen isyankâr bölüm. Bu, bypass edildiğini ve büyük ölçüde kuşatıldığını bilerek istikrara tutunan geri çekilmeci, kötümser bir söylemdir. Devletler ve yetkililer dini ve ritüel yaşamın, aile yaşamının, eğitimin, kadın ve çocuk haklarının istikrara kavuşturulmasına yardımcı oldu ve olmaya da devam ediyor. Ancak iyinin ve kötünün özelliklerini değiştiren bu değişimler konusunda din alimlerinin, kişi ve kurumların kamuoyuyla yüzleşmeleri ve onlara hitap etmeleri gerekiyor.
Din, yumuşak bir güçtür ve önemli olan inanç yaratmayan ve memnuniyet ya da huzur üretmeyen protest retorik değil, onun ikna edici retoriğidir.
Değişimler bizi kasıp kavuruyor ve bu değişimlerle komplo zihniyetiyle yüzleşmenin hiçbir yolu yok. Son yıllarda radikalizm ve terörizmle yüzleşmek, rasyonel ve açık diyaloğa doğru ilerlemek için bilgi ve yeterlilikle eğitildiğimiz gibi, bu yeni gelişmelerin gerçekleri, gerçeklikleri, olasılıkları ve şimdiki ve gelecekteki etkileri hakkında bilgi sahibi olmaya devam etmeliyiz. Halka hitap edebilmek, danışmanlık ve rehberlik makamlarıyla rekabet edebilmek, yeni gelişmeler ve anlayışlar hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Böylece, tabiri caizse bu dünyanın bir parçası olarak inisiyatifleri koruyan ve yaratan stratejiler üretme konusunda yeterlilik kazanabiliriz. Zira niyetimiz dünyayla çatışmak değil, onun barış, güvenlik ve ilerlemesinin bir parçası olmak ve öyle kalmaktır.
Derin bir bilgi birikimi ve aydınlanmış bir zihinle, uluslararası ve insani kurumlarla birlikte, ‘bilineni’ ve onun uzlaşısını, sadece korunmak için değil, aynı zamanda halkımızın insanlığını ve içinde yaşadığımız dünyanın insanlığını koruyan yöntemler sunmak için yeniden formüle edebilir miyiz?!
Bu elbette din alimlerinin tek başlarına üstlenemeyecekleri büyük bir görevdir. Ancak dini liderler ahlak ve etik alanında önemli bir rol oynamaktadır. Başarısızlık ya da inkâr yoluyla bilgi ve anlayış konularının sadece bize özgü olduğunu iddia etmiyorum, ancak Müslümanlar dünya nüfusunun beşte birini oluşturmak üzereler, tıpkı bizimle ortak olmak üzere olan Katolikler gibi.
Vatikan'ın 2019 yılında yayınladığı Aile Belgesi'nin yansıttığı anlayış, cesaret ve sorumluluk duygusu nedeniyle beni çok etkiledi. Çevremizde ve dostlarımız arasında pek çok kişiyi endişelendiren şey, Arap ve Müslüman entelektüeller arasında Batı'ya - tüm Batı'ya (!) karşı yeniden hortlayan nefrettir. Nefret, ister dini ister kültürel söylemde olsun, sorunlarla yüzleşmede ya da yeni önerilerde bulunmada yardımcı olmayan bir güçsüzlük ve yanlış değerlendirmedir. Yaklaşık kırk yılımızı kendi içimizdeki ve dünyaya yönelik radikalizm ve terörizmle mücadele ederek geçirdik. Eskiden dinde bölünmelere karşıydım ve dini geleneği koruyucu bir kalkan olarak savunurdum. Ancak kökleri nefrete dayanan bu yaygın atalet, çıkmazdan kurtulmak için umuda yer bırakmıyor. Özgürleştirici bilgiye, sorumlu iradeye ve cesur girişimlere ihtiyaç var.
Dini söylem, bilineni reddetmek ve ondan nefret etmek yerine onu yeniden tanımlamak ve dünyayı onunla karşılamak için yenilenmelidir. Dini söylemin yenilenmesi sadece bir tutum değil, yarından önce bugün gerçekleştirilmesi gereken bir irade ve girişimdir.