Gergin, hatta patlamaya hazır siyasi koşullar göz önüne alındığında, sözlerimin bazı kesimlerde kınama, bazı çevrelerde ise garipseme ve sıkıntı yaratacağının peşinen farkındayım. Ancak açık sözlülükten başka bir şey yersiz olacaktır.
Bölgemizin bugün içinde bulunduğu durum son derece tehlikeli ve ne bölge halkı bunun yansımalarının tehlikelerinin tam olarak farkında ne de günler, deneyimler ve tarihler geçtikçe inandırıcılığını kaybeden uluslararası toplum bu yansımaları umursuyor.
Elbette, ülkelerimizin bir fark yaratma veya olayların gidişatını etkileme konusunda çok yetersiz olduğunu ve Arap dünyamızın hemen her köşesinde olayların çoğalmasının ve artmasının bunun göstergesi olduğunu düşünenler de var. Gerçek şu ki, bir sorunu daha kontrol altına alırken bu sorun bir kriz doğuruyor, bir kriz ortaya çıkar çıkmaz da bir parçası kendisine ulaşmadan, ondan yararlanmaya çalışan biri çıkıyor.
Bu krizlerin her birine değinerek zaman kaybetmeye gerek yok bence, ama spesifik vakaları ele almanın da bir zararı yok. Bölgesel çöküş artık büyük ve küçük oluşumlar, olgun siyasi kimlikler ile körpe kimlikler arasında ayrım yapmasa da, başarısız devletler görebildiğimiz kadarıyla öne çıkıyor.
Geçtiğimiz üç gün içinde Lübnan iki cinayet ile sarsıldı. İlk kurban, Lübnan Kuvvetleri Partisi’nin Lübnan Dağı ilinin kuzeyindeki Cübeyl bölgesi sorumlusu Paskal Süleyman'dı. İkincisi, Hizbullah, İran ve Hamas ile mali iş birliği yapmakla suçlandığı için adı ABD'nin yaptırım listesinde yer alan Muhammed Surur adında bir sarraftı.
Resmi açıklamaya göre Süleyman, "arabasını çalma girişimi" sırasında tasfiye edildi. Ancak daha ceset bulunmadan önce ortaya çıkmaya başlayan ve olayları Lübnan ile Suriye arasında geçen ayrıntılar, hırsızlık amacı dışında her ihtimali akla getiriyor.
Süleyman'ın tasfiyesi ile ilgili olarak birçok Lübnanlı taraf, öldürülmesini Suriyeli mülteciler ve göçmenler ve ayrıca "yasadışı" silahlar ile ilişkilendirdi. İsrail'i çevreleyen “arenaların birliği” kapsamında ve Şam'daki büyükelçiliğine yönelik saldırıya yanıt olarak vaat ettiği misilleme konusunda Tahran ile dayanışma içinde, İsrail'le olası bir çatışmaya dahil olabileceğinin konuşulduğu bir dönemde, yasadışı silah ilişkisi, Hizbullah'a yönelik açık bir ima içeriyor.
Cübeyl bölgesinin karma bir bölge olup, en büyük mezhepsel unsurlarının Maruniler ve Şiiler olduğu, son aylarda arazi mülkiyeti, siyasi ve partizan hareketler konusunda çok sayıda sorun ve anlaşmazlığa sahne olduğu bilgisini de verelim.
Üstelik Lübnan'da genel olarak Hıristiyan camiasında, Suriyeli mülteci ve göçmenlere yönelik şiddetli kışkırtmaların düzeyinin arttığı ve artmaya devam ettiği de biliniyor. Bu nedenle Süleyman'ın öldürülmesi ile bir taşla birden fazla kuş vuruldu; bunlardan en önemlileri şunlar:
1- Yaşananların ülke olarak Suriye, birey olarak da Suriyelilerle “bir bağlantısının” olması.
2- Suriyeli mülteci ve göçmenlerin Lübnan’da kalmasının asıl nedeni Şam rejiminin onları kasten yerinden ettikten sonra geri dönmelerini reddetmesi olsa da, geri gönderilmeleri taleplerini yoğunlaştırmaları amacıyla Lübnanlı Hıristiyanları Suriyeli mülteci ve göçmenlere karşı korkutmak.
3-Lübnan'da silah mantığına teslimiyetle sonuçlanacak bir korku ortamı yaratmak ve savaş yoluyla ya da İran'ın önemli bir taraf olduğu anlaşmalar yoluyla ülkenin kaderini belirlemede onu yalnız bırakmak.
4- Lübnan'daki diğer dini gruplara, savaş ve barış kararının Hizbullah'ın elinde olduğunu ve şu anda bu dini grupların içinde “yetiştirdiği” silahlı örgütlerin de ona bağlı olduğunu, onun iradesi ve talimatı doğrultusunda faaliyet gösterdiklerini kabul etmeleri gerektiği yönünde dolaylı bir mesaj göndermek.
Bir kadın tarafından mali bir işlemi tamamlamak bahanesiyle Beyrut dışındaki bir villaya çağrılan ve ardından ölü bulunan sarraf Surur cinayeti ile ilgili soru işaretleri ise devam ediyor.
Adamın dikkatli bir şekilde planlanıp uygulanarak tasfiye edilmesi kesin olanı doğruluyor. O da bölgesel istihbarat servislerinin ve özellikle de Hamas liderlerinden Salih el-Aruri'ye düzenlenen suikasttan bu yana ortaya çıktığı gibi, Lübnan ve ayrıca Suriye ve Irak'ta da tam bir güvenle ve kolaylıkla hedeflerine ulaşabilen Mossad'ın faaliyetlerinin gücüdür.
Mossad var, aktif ve eli her yere uzanıyor. İsrail, sınırda çatışmaların patlak vermesi halinde on binlerce güneyli Şii’nin Lübnan içine ve özellikle dini grupların iç içe geçtiği ve mezhepsel açıdan sorunlu bölgelere zorla göç etmesinin ne anlama geldiğini biliyor. Bu nedenle, eğer İsrail için gerekli ise ABD ve Avrupa'nın suç ortaklığıyla bir iç çatışma çıkarılması ihtimali göz ardı edilmemeli.
Her halükarda bu “senaryo” doğal olarak Ürdün ve Suriye için de geçerli olabilir.
Çünkü Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra çizilen 1920 haritaları Lübnan, Suriye, Ürdün ve Irak arasındaki mevcut sınırları oluşturdu. İran ise, 2003'ten bu yana Irak'ı kontrol ederek bu sınırların “kaldırılmasını”, ardından da Irak ve Lübnan'daki iki İran varlığını birbirine bağlayan bir “köprü”ye dönüştürülen Suriye'yi kontrol altına almayı başardı. Daha sonra Tahran ve Moskova'nın 2011'de başlayan Suriye halkının ayaklanmasını bastırmasına dünyanın sessiz kalmasının ardından Tahran, Suriye'nin birçok yerinde kapsamlı ve devam eden bir yerleşim sürecini başlattı.
Diğer yandan Tahran, Irak üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdı ve işte İran tarafından yönlendirilen bazı Iraklı silahlı gruplar, bugün doğudan Ürdün'ü doğrudan hedef alarak tansiyonu yükseltiyorlar. Burada pek çok kişinin vereceği duygusal ve milliyetçi tepki anlaşılabilir, hatta takdir edilmeli ama dedikleri gibi "şeytan ayrıntıda gizlidir". Radikal ve Filistinlileri "transfer" etme yanlısı İsrailli liderlerin, eğer Ürdün oluşumunun çöküşü Batı Şeria'daki Filistinlilerin doğuya doğru nihai olarak göç ettirilmelerini kolaylaştıracaksa, bu oluşumun çöküşünü umursamadıklarından bir an bile şüphe duymuyorum.
Aynı “senaryo”, içeriyi karıştırmak ve dini grupların içgüdülerini kışkırtmak amacıyla “sınırdaki” Şii çoğunluğun kuzeydeki Lübnan'ın iç bölgelerine sürülmesinden sonra Lübnan’ın yeniden yapılandırılması için de geçerli.
Yine bu senaryo Suriye’ye de ihraç edilebilir zira fiilen egemenliği olmayan ve çeşitli güçlerin nüfuz bölgelerine bölünmüş bir ülke haline geldi. Kuzeybatıda (Alevi Dağı, Vadi el-Nadara ve kıyı şehirleri) Rusların nüfuz bölgesi. İdlib ve Halep'ten Fırat Nehri'ne kadar uzanan bölge Türklerin nüfuz bölgesi. Fırat'ın doğusundaki bölgelerde (Haseke ve Rakka illeri ile Deyrizor'un kuzeyinde) Amerikalılar ve Kürtler var. Ardından Bağdat ve el-Bukemal'den Şam'a oradan da Beyrut'a uzanan “İran Koridoru” geliyor. Şu anda sadece güney Suriye yani Horan Ovası (Dera) ve Horan Dağı (Suveyda) bu denklemin dışında kalıyor.
Arapların olayları kontrol etme gücünün yokluğunda ve onu dizginleyecek birisini görmeyen çılgın İsrail radikalliğinin, suç ortağı ya da yetersiz veya popülist liderlerin yönetimi altında yaşayan uluslararası kurumların acizliğinin gölgesinde tüm olasılıklara açık, zor zamanlar yaşıyoruz. Tüm bunlar hem de tüm yıllardan ve tüm seçimlerden farklı bir Amerikan başkanlık seçimi yılında yaşanıyor.