Son yıllarda Suriye savaşında karşıt güçler arasındaki askeri çatışmaların düzeyinde bir azalma görülüyor. Ancak bu dönüşüm çatışma göstergelerinin diğer boyutlarına, özellikle de Suriyelilerin ülkenin tamamını kontrol eden fiili otoriteler ile ilişkileri göstergesine olumlu yansımadı. Suriye hükümeti kontrolünü esas olarak orta hat bölgesi ve Batı Suriye üzerinde genişletmeye devam ederken, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından yönetilen Özerk Yönetim, Suriye’nin kuzeydoğu bölgesini kontrol ediyor. Türkiye, Ulusal Koalisyon’a bağlı Geçici Hükümet ile Heyet Tahrir eş-Şam’a bağlı Kurtuluş Hükümeti liderliğindeki müttefik taraflar tarafından yönetilen Suriye’nin kuzeybatısını kontrol ediyor. Bu bölgelerde siyasi tutuklamalar, zorla kaybetme ve işkence ile öldürme politikası geniş çapta devam ediyor.
Sorumluların “çokluğuna” ve “çeşitliliğine” rağmen mevcut haliyle tutuklama ve gözaltı, rejimin on yıllardır ve özellikle de 1970'ten sonra oluşturduğu ve geliştirdiği tutarlı bir yaklaşımı temsil ediyor. Bu tarihten sonra rejimin güvenlik yapısı güçlendirildi, yeni departmanlar ve uzmanlıklar oluşturuldu, insani ve maddi kabiliyetleri artırıldı. Uzmanlığı rejimin müttefikleri, özellikle de Sovyetler Birliği ve Doğu Almanya’nın yardımları ile geliştirildi. Yetmişli ve seksenli yıllarda çeşitli siyasi ve ideolojik yönelimlere sahip muhalif güçleri ortadan kaldırmayı başardı ve kolları yurt dışına da uzandı. Bölge ülkelerinde ve bazı yabancı ülkelerde doğrudan veya kendisine bağlı araçlar aracılığıyla yüzlerce saldırı, suikast, tutuklama, takip vb. faaliyetler düzenledi.
Güvenlik servisleri, kendilerine geniş yetkiler verildiğinden, rejimi koruma ve rejimin karşıtları ve muhalifleri ile mücadeleye dayanan temel misyonlarının ötesine geçerek daha geniş bir rol üstlendiler. Küçük büyük her meseleye müdahil olmaya başladılar. Suriye'deki her siyasi durum ile bağlantılarının ve ilişkilerinin bulunduğu görüldü. Tüm düşmanca operasyonlarına siyasi bir nitelik kazandırıldı.
Böyle bir ortamda, Mart 2011'de Suriye’deki protesto hareketi patlak verdi. Bunun güvenlik düzeyinde ilk yansıması belirli ve sınırlı politikalardan açık ve esnek politikalara geçiş oldu. Bu da güvenlik servislerinin faaliyet sınırlarının daha fazla sayıda Suriyeliyi kapsayacak şekilde ve tüm tahminlerin ötesinde bir nitelikte genişlemesi anlamını taşıyordu.
Güvenlik yetkilileri genişletildi ve tutuklama politikası, tutukluları saymanın zorlaşacağı bir noktaya varacak kadar genelleştirildi. Bunlardan bazıları defalarca tutuklandı. Tutukluların sayısına ilişkin farklı tahminler var; muhalif insan hakları gruplarına göre tutukluların sayısı yaklaşık 250 bin iken, Amerikalı resmi kaynaklar 2024'te bu sayının 136 bin olduğu tahmininde bulundu. Tutuklamalara bakıldığında ise, güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen tutuklamaların kapsamı son yıllarda daha da genişledi ve aralarında asker, güvenlik ve sivillerin de bulunduğu rejimin destekçilerini de kapsamaya başladı. Tutuklamalar, askeri kontrol noktaları, istihbarat teşkilatları, yandaş milis gruplar ve aynı şekilde Suriye'de İran bağlantılı milisler tarafından gerçekleştirildiğinden, artık belirli bir yön veya taraf ile bağlantılı değil.
Bunlara daha sonra DEAŞ ve el-Nusra'nın da aralarında bulunduğu radikal silahlı örgütler ile Özgür Suriye Ordusu’na bağlı örgütlere ait kontrol noktaları da eklendi.
Ancak tutuklama politikasındaki en önemli değişken, tutuklama nedenleridir. Artık rejime muhalif olmak, gösterilere katılmak, sivil kurbanlara tıbbi ve gıda yardımı sağlamak gibi belirli nedenler ile bağlantılı değil. Bunlara ek olarak, ismin yanı sıra doğum yeri, küçük bir miktar paraya sahip olmak bile artık tutuklanma nedeni olabiliyor. Dahası tutuklama, kontrol noktasındaki personelin boş zamanlarını doldurmak için başvurduğu bir tür eğlenceye dönüştü. En kötüsü de, tutuklamanın Suriyelilere karşı bir şantaj aracına dönüşmesi ve bu sayede tutuklu ve yakınlarına ait para ve malların zimmete geçirilmesidir. Bu da Suriyelilerin kaderini yetkililer, memurlar ve güvenlik personeli için zenginleşmek için bir kapıya dönüştürdü.
Tutuklama politikasındaki değişkenler, Suriye'nin yapısı ve ulusal grubun bileşenleri arasındaki ilişkiler üzerinde derin etkiler bıraktı ve devlet kurumları ile tüm Suriyeliler arasındaki uçurumu derinleştirdi. Belki de en önemlisi, tutuklamanın silahlı grup ve örgütler arasında suç teşkil eden bir davranış olarak yaygınlaşmasına katkıda bulundu. Bu örgütler arasında ülkenin kuzeybatısında Türkiye kontrolündeki bölgelerde olduğu gibi rejime karşı olduğunu iddia eden taraflar da var. Bu davranışlar aynı zamanda Özerk Yönetime bağlı alanlarda da tekrarlanıyor. Her iki durumda da Suriyeliler, Şam rejiminin tutuklama gerekçelerine benzer gerekçelerle fiili otoritelerin servisleri ve milisleri tarafından tutuklanıyorlar. Dahası üç bölgede de aynı sonuç tekrarlanıyor ve tutuklamalar, tutukluların işkence altında ölmesi vakaları inkar ediliyor.