Türünün ilk örneği olan zirvede, Belçika'nın başkenti Brüksel, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri ile 27 Avrupa Birliği (AB) ülkesi arasında tarihi bir zirveye tanık oldu. Bu, aslında iki taraf arasında daha yakın bir ortaklığın geliştirilmesi için tarihi bir fırsat oluşturdu.
Bu zirve iki açıdan özel önem taşıyor; bir yandan katılımcıları arasındaki jeopolitik ortaklık, diğer yandan zamanlaması, çünkü Körfez ve Avrupa blokları halkları için en kötüsüne yol açabilecek siyasi gelişmelere veya -daha doğrusu- siyasi durumun kötüleşmesine ilişkin korku ve şüpheler kimseyi es geçmiyor.
Bu toplantı, iki tarafın 1989 yılında bir iş birliği anlaşması imzalamasından beri AB ve KİK ülkeleri liderleri arasında yapılan ilk zirve olma özelliği taşıyor. Bu anlaşma, ortak ticaret ve yatırım ilişkileri kurmak amacıyla iki taraf arasında düzenli bir diyalog kurdu. Zirve, özellikle bölgesel ve uluslararası meydan okumalar gölgesinde, stratejik ortaklığı pekiştirmek ve ilişkileri güçlendirmek için önemli bir tarihi fırsat oluşturdu.
Zararlı ideolojilerin yeniden uyandığı, uluslararası ilişkilerde aksamalara yol açabileceği bir dönemde zirveye, ilişkileri çoğaltan, süreçleri kontrol eden, rotaları çeşitlendiren diplomasi perspektifinden bakabiliriz.
Brüksel Zirvesi, aralarında tarih boyunca bağlantı ve bağların oluştuğu, bugün ise hayatın felaketleri arasında aralarında ortak hedeflerin yanı sıra, korku ve huzursuzlukların da bulunduğu iki coğrafi bloğun mevcut ve gelecekteki çıkarları açısından önemli bir gelişme olarak görünüyor.
Avrupa'ya bakıldığında, Rusya'yı izole etmek için uluslararası destek toplamaya çalışırken, yaşlı kıtanın varlığını güçlendirmek için yeni dostlar arama yönünde derin bir istek duyduğu kesin bir şekilde söylenebilir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Arap Körfezi bölgesi Asya, Avrupa ve Afrika arasında bir kavşak noktasında yer alıyor ve bugün tanık olduğumuz birçok krizde çok önemli rol oynuyor.
İki yıl önce Rusya'nın Ukrayna'da başlattığı operasyonları ile birlikte AB diğer bölgesel bloklar ile iletişim kurmaya çalıştı. İlk zirvesini Güneydoğu Asya Birliği ülkeleriyle yaptı, ardından da Latin Amerika ve Karayipler bölgesi ülkeleriyle bir zirve daha gerçekleştirdi.
Avrupa bir şeyden mi endişeleniyor?
Gerçekte Avrupalıların geceleri uykularını kaçıran, gündüzleri ise endişelendiren birden fazla kaygı olabilir. Doğuda Çar, özellikle Avrupa'nın Kiev rejimine verdiği destekten sonra öfkeli. Batıda ise kendi içinde çalkantılar yaşayan ve özellikle de eski Başkan Donald Trump'ın 5 Kasım'da başkan olarak Beyaz Saray'a dönmesi durumunda, Avrupa ile göbek bağını bir dereceye kadar kesmesi muhtemel ABD var.
AB ülkeleri, KİK bölgesi ile enerji, doğal gaz ve petrol alanında geniş ve seçkin bir iş birliği alanı olduğunu görüyor. Rusya ile Avrupa arasında bozulan ilişkilerin, AB ülkelerinin enerji işlerini düzenleyen sorumlulara büyük bir yük bindirdiği sır değil. Kış yaklaştıkça da bu yük artıyor, çünkü çevre ve iklim bilimciler bize bu yılın çok soğuk olacağını söylüyor.
Avrupalılar, KİK ülkelerinin, dünyanın çeşitli başkentleri ve karar alma merkezleri ile ilişkilerinde mesafeleri koruma ve belirli bir tarafa bağlı kalmama açısından siyasi bir farkındalık ve aydınlanma hali yaşadıklarının farkında. Bunu bilmenin rahatlığı içinde, Körfez ülkelerinin Rusya ve Çin ile de ilişkileri olduğunu çok iyi biliyorlar. Hiç kimse altı KİK ülkesi başkentinin Moskova ve Pekin ile ilişkilerini kesme girişiminde bulunmasını beklemiyor. Bu nedenle Avrupalılar gerçekçi davranıyor ve siyasi pragmatizm de olsa bir denge noktasına ulaşmaya çalışıyorlar.
AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Avrupalıların bakış açısından da olsa, zirvenin ana amacını kısa ve öz bir şekilde şöyle dile getirdi: “Mesajımız açık; ortak zorluklarla yüzleşmek için birlikte çalışmaya giderek daha fazla hazırız.”
Suudi Arabistan Krallığı heyetinin başında Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın bulunması, her iki tarafın çabalarına, Ortadoğu'da hızla gelişen ve kötüleşen olayların seyrini etkileme gayretlerine aktivizm kazandıran itici bir güç oldu.
Açıkça görülüyor ki Suudi Arabistan diplomasisi, AB'nin Ortadoğu'nun jeopolitik alanında daha büyük bir rol oynamasının önündeki temel engellerden birinin, Filistin-İsrail çatışması konusunda Avrupa'nın tutarlı bir tutumunun olmayışı ve sıklıkla çelişkili pozisyonlar benimsemesi olduğunun farkında.
Lübnan’da durumu düzeltmek ve iyileştirmek için Suudi Arabistan’ın Lübnan'a yeniden müdahalesinin kaçınılmaz olduğuna dair çeşitli Avrupalı kaynakların açıklamalarını takip etmek, Riyad'ın günümüzdeki jeostratejik ağırlığını anlamak için yeterlidir.
Körfez Araplarının Avrupa'daki varlığı, her halükârda, daha yaygın bir kültürleşme için iyi bir fırsattır. Medeniyet çatışması hayaletini uzaklaştırmak ve Büyük Deniz, yani geçmişte Arapların dediği gibi Akdeniz çevresinde daha fazla köprü inşa etme fırsatları arayışı için geniş bir kapıdır.