Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Hitler Okulu

Gazze savaşına kadar İsrail propagandası dünyadaki en yaygın ve etkili propagandaydı. Dersini, en büyük düşmanı Hitler'in bakanı, daha doğrusu onun en önemli bakanlarından biri, ona en yakın, onunla intihar edecek kadar en sadık bakanı Paul Joseph Goebbels'ten almıştı.

İsrailliler, paranın ve dünya çapındaki sanatsal ve edebi seçkinliğin yardımıyla, zayıf ve ezilen kurban rolünü oynamakta ustalaştılar. Film, yayıncılık ve yayın sektörlerini tamamen kontrol altına aldılar ve Batı'da kökleşmiş olan antisemitizmi bir suç ve bizzat insanlığa düşmanlık haline getirdiler. Hatta Kiliseyi Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi ile ilgili anlatısından Yahudileri çıkarmaya zorlamayı başardılar. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra düşman artık Avrupa ve Kilise değil, “İsrail'i denize dökmeye” çalışan Araplardı. 1967 savaşı gelip çattığında ve Araplar yenildiklerinde, İsrail propagandası propaganda rolünü, kurban yerine yenilmez galip şeklinde tamamen tersine çevirmeye karar verdi. İsrail artık yalnızca Batı'nın koruyucusu olduğu zayıf ülke değildi, aksine ABD'nin karar alma mekanizmasında ve Avrupa politikasında güçlü bir ortak haline gelmişti. Artık güçle yetinmiyordu aynı zamanda onun fazlasını da istiyordu.

Gazze Savaşı ile birlikte Batı'da öldüren, yok eden, her gün katliam yapan İsrailli görüntülerinin yayılmasıyla bu güç fazlalığı zarara dönüştü. Bunun üzerine İsrail, yasak olan antisemitizmi bir kez daha gündeme getirdi, Avrupa ve ABD'de “suçluluk kompleksini” alevlendirdi. Propaganda makinesi bu alandaki tüm çabalarını sürdürdü, ancak bariz bir zayıflıkla.

Bir numaralı düşmanın öldürülmesi, propagandanın tüm damarlarına yeniden kan pompaladı. İsrail’i hem kurban, hem de yenilmez, hem aşağılanan, hem de intikamını alan bir güç olarak gösteren bu fırsat bir daha ele geçmezdi.

Propaganda, Yahya Sinvar'ın öldürülmesini sinema, tiyatro ve trajedi alanındaki tüm deneyimini kullandığı bir propaganda filmine dönüştürdü. Molozlar arasındaki cesedinin resmini dünyanın duvarlarına astı. Ünlü muhabirler ile senaristlere de anı kaydetmekte yarışmayı bıraktı.

Bu photoshopta, aylardır kovalanan efsanenin Gazze kalıntıları arasındaki cesedi dışında gerçek hiçbir şey yok. Geriye kalan her şey; İsrail yapımı bir filmde kullanılan “propaganda” deneyimidir.

Resimdeki insanların görüntüleri değişiyor ama çerçeve değişmiyor ve değişmeyecek; taşları, demirleri ufalanmış duvarlar ve moloz yığınları, nokta atışı ile öldüren ve yakıp yıkan bir makine, sahneyi gerçekçi sinema dramatiği içinde çeken bir makine. Ne zaman Gazze’deki cehennem “albümünden” bir sahne görseniz, İbn Battuta'nın güzel kumsalına vardığı gün söylediklerini hatırlamalısınız: Pek çok yapıdan oluşan geniş bir şehir! Az ya da çok yapılardan geriye hiçbir şey kalmadı. Saygın ve diğer analistlere göre, her şey olduğu gibi kalır. Kalma, varoluş ve yaşam gibi kelimeleri kullanmamızı mazur görün, bu sadece daha önceki zamanlardan kalma terimlerin spontane olarak kullanımıdır.

Ulaşmış olduğumuz gibi bir dünyada, anlamları yeniden gözden geçirmeliyiz ve canavarların varlığını imkânsız görmek de bunlardan birisidir.