Abdülhak Azuzi
TT

Hukukun gücü ile gücün hukuku arasındaki dünya

Mevcut dünya düzeninde neler olup bittiğini anlamak isteyen herkes, yakın zamanda Rio de Janeiro'da düzenlenen G20 zirvesinin seyrine ve sonuç bildirgesine bakmalıdır. Ortaya koyabileceğimiz aksiyom, siyasi çıkmazların, anlaşmazlıkların ve bölünmelerin, uluslararası stratejik ortamla ilgili yönü belirleyen kusurlu bir pusulanın özellikleri olduğudur. Mevcut küresel sistemdeki belirsizliği, bilinmezliği, güvensizliği ve tedirginliği güçlendiren de budur. Uluslararası ilişkilerin insancıllaştırılması konusunu zorlaştıran da, çünkü bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan, hâlâ aynı failler tarafından, aynı adaletsiz kanunlarla, aynı çıkarlarla yönetilen Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası kurumların reforme edilmesi yoluyla başarılı olabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron konuşmasında yeni uluslararası yönetişimin gerekliliğinden, yani dünya meselelerinin etkili, sonuç odaklı ve tek bir sesle yönetilmesi gerektiğinden bahsetti. Sözleri küresel Güney ülkelerinin talepleriyle örtüşüyordu. Ama bunun için, uluslararası aktörlerin, uluslararası kuruluşların uluslararası sorunları çözme ve reform sürecini başlatma konusundaki başarısızlığını resmi olarak kabul etmeleri gerekiyor. Peki bu mümkün mü? Birinci kısma gelince, bu kurumların başarısız olduğu konusunda bir fikir birliği var. Ancak mevcut uluslararası aktörler ve iyiye işaret etmeyen güncel uluslararası çatışma türleri gölgesinde ikinci kısmın uygulanması imkansızdır. Bunu görmek için ben bu satırları yazarken Ukrayna'nın ATACMS tipi uzun menzilli Amerikan füzeleriyle Rusya'nın içlerini hedef aldığını, Rusya’nın, stratejik ve nükleer doktrinini nükleer olmayan bir ülkeden ve nükleer silahlara sahip müttefiklerinden gelen her türlü tehdidi içerecek şekilde değiştirdikten sonra nükleer caydırıcılıkla tehdit ettiğini duymak yeterli.

G20 zirvesinde Fransa Cumhurbaşkanı, Güvenlik Konseyi'nde birincisi Afrika'yı, ikincisi Latin Amerika'yı temsil edecek iki yeni daimî sandalye oluşturulması çağrısında bulundu. Bu mantıklı, ancak bunu başarmak da şu anda imkânsız. Çünkü bu üç büyük ülke ABD, Rusya ve Çin’in arzusuna bağlı olmaya devam ediyor. Bu ülkeler hep birlikte her türlü reform arzusunun temel direkleri olmaya devam edecekler. Aynı zamanda bu, Güney ülkelerinin ortak isteğine ve kendilerini Güvenlik Konseyi'nde kalıcı olarak temsil edebilecek ülkeler konusunda görüş birliğine varmalarına da bağlı.

BM genel sekreterlerinin çalışmaları bile tamamen sınırlı ve idari olmanın ötesine geçmiyor. Sekreterler her zaman Güvenlik Konseyi içindeki çatışma ve zıtlaşmaların esiri oldular ve hepsi de BM Anlaşması’nda öngörülen yetkilerini biliyorlar. Aynı şekilde Genel Sekreterlik ve tüm organizasyonlarının çalışmaları için uluslararası güçlerin çizdiği kırmızı çizgiler altında, her koşulda ve zamanda uygulanması gereken yazılı olmayan kuralları da biliyorlar. Reform zor bir mesele ve dünyada yaşanan kanlı olaylar ve birbirini takip eden krizler bu örgüt içinde değil, Birleşmiş Milletler dışındaki büyük güçler arasında çözülüyor. Acı gerçek budur.

Ayrıca IMF başta olmak üzere uluslararası sistemin kurumlarının reforme edilmesi de, ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen ABD ve Avrupa ülkeleri öncülüğündeki büyük uluslararası güçlerin arzusuna bağlı kalıyor. Bu fonun yalnızca müzakereleri kolaylaştırmak için değil, aynı zamanda kota sisteminde reform yapılması ve IMF kaynaklarının doğru şekilde nasıl dağıtılacağına ilişkin karar alınması için yeni bir meşruiyete ve farklı türde bir yönetime ihtiyacı var. Buna ek olarak, ABD'nin IMF içindeki politikası “hakem” rolünden, kendi şartlarıyla açılmak isteyen “oyuncu” rolüne geçiş yaptı.

Dünya büyük bir güven bunalımı içinde, hukukun gücü örsü ile güç kanunu çekici arasında yaşıyor. Dünyada 57'den fazla açık çatışma krizi, 200'den fazla silahlı grup var ve çatışmaların artmasının dünyaya maliyeti yaklaşık 17 trilyon dolar. Bunlar insanlığın daha önce ulaşmadığı gerçekler ve rakamlardır. Bu açık çatışmaları, özellikle de Ukrayna ve Ortadoğu'da yaşananları, mevcut uluslararası yönetim organları çözemedi. Aksine çatışma bölgelerine art arda temsilcilerini gönderen, iyi hazırlanmış açıklamalar yapmakla yetinen büyük güçlerin çıkarlarının esiri olmaya devam ediyorlar. Bu açıklamalarının ikiyüzlülüğü, Güvenlik Konseyi'nde oylama yapıldığında veya çatışmanın bazı taraflarını tepeden tırnağa silahlandıklarında ifşa oluyor.

Ne yazık ki mevcut dünya düzeninde yaşanan olaylarda güç kanunu hakimdir ve bu durum Batı'nın gülümsemesini ikiyüzlü ve kendi çıkarlarına hizmet eden çifte standart içeren bir gülümsemeye dönüştürüyor. Güney'in tüm ülkeleri ile küresel sistemin büyük oyuncuları arasındaki ayrım çizgisini her geçen gün güçlendiriyor ve hatta büyük güçlerin kendi aralarındaki gerilimi artırıyor.

“Güç hak yaratmaz” Jean-Jacques Rousseau'nun iki buçuk asırdan fazla bir süre önce söylediği tarihi bir deyiştir. Anlamı, vahşi güce dayanan zulüm, zorbalık, tahakküm ve despotluk, baskın olmayı içeren meşruiyetin bir biçimidir. Bu meşruiyet ortadan kalkar veya çürürse, bu güç bırakın talep etmeyi, kendisini savunmaz ve korumaz.