Amerikan dış politikası üzerine yapılan tartışmalarda araştırmacılar, her biri birbirini takip eden başkanların ve hükümetlerinin politikalarının genel bir özelliğini temsil eden dört eğilim tespit etmişlerdir. Sanırım çoğumuz eski ABD başkanı Barack Obama'nın dış politikası ile selefi George Bush ve ondan önce Jimmy Carter, Ronald Reagan ve diğerlerinin politikaları arasındaki farkları görebiliyoruz. Bugün dünyanın, ABD'nin mevcut Başkanı Donald Trump'ın siyasi yaklaşımını incelemekle meşgul olduğunu görüyoruz.
Bu eğilimlerin her biri, aynı zamanda Amerikan siyasi ideolojisinin üreticileri olarak görülen geçmiş başkanlardan birine atfediliyor. Örneğin, genellikle Başkan George Washington (1789-1797) ve Thomas Jefferson'a (1801-1809) atfedilen “içe dönüklük” eğilimini ele alalım. Bu eğilim dış savaşlara katılmaktan kaçınmaya meyillidir. ABD için en iyi seçeneğin Batı Yarımküre'nin ekonomik kutbu olmak olduğuna inanmaktadır çünkü Avrupa ve Amerika kıtasıyla etkileşimi, Asya ve Afrika'daki şiddetli çatışmalardan kurtularak müreffeh bir ekonomi geliştirmesini sağlayacaktır.
Kendisi ile tam bir tezat oluşturan “liberal eğilim”, başkan Woodrow Wilson'a (1913-1921) atfedilir. Onun ilkesi, dünya istikrarlı ve uzlaşı içinde oldukça ABD'nin daha güvenli ve müreffeh olacağıdır. Liberal demokratik ilkelerin kıtalara yayılmasının, hükümetleri müzakere ve uzlaşıya daha yatkın hale getireceğine, aşırılık yanlılarının ve savaş kışkırtıcılarının etkisini azaltacağına inanmaktadır.
Bu iki karşıt çizgi arasında, dünyanın çeşitli yerlerinde ekonomik ve askerî açıdan geniş çaplı müdahalelere yönelen, tüm dünyayı ABD'nin ulusal güvenlik alanı olarak kabul edilen “sert eğilim”den de söz edilmektedir. “Ekonomik küreselleşme”ye doğru güçlü eğilim, genellikle ABD’nin yedinci başkanı (1829-1837) General Andrew Jackson’a atfedilen bu eğilimin bir sonucudur.
Ben ise Amerikan uluslararası politikasını sadece iki yöne ayırma eğilimindeyim: “muhafazakâr” ve “müdahaleci. Genel olmasına rağmen bu ayrımın, son elli yıldaki Amerikan politikasının tarihsel gerçekliğine daha uygun olduğuna inanıyorum. Bunlar zaten bir dereceye kadar iç içe geçmiştir.
Muhafazakarlık, ticaret ve ekonomiye vurgu yapmaktan, büyük askeri çatışmalardan kaçınmak, uluslararası siyasi eylemleri çerçeveleyen veya üye devletler adına uzun vadeli politikalar belirleyen kuruluşlara olan güven eksikliği kadar “muhafazakâr ideoloji”nin bilindik özelliklerinin çoğunu taşımaktadır. Bu eğilim, ABD'nin entegre bir ekonomik güç olduğu, uluslararası piyasalardan, hammadde kaynaklarından mutlaka izole olmasa da bu piyasalardaki aktif baskılara da boyun eğmeyen bir iç pazarda, arz ve talep arasında aktif bir etkileşim geliştirebildiği gerçeğinden yola çıkıyor.
Bu eğilim “içe dönüklüğe” meyillidir. Uluslararası eylemlerde bulunmaya hevesli olunduğunda, büyük ihtimalle bu heves ideolojik veya jeopolitik olmak zorunda olmayan, kısa vadeli yerel stratejilere hizmete adanmaktadır.
“Müdahaleci eğilim” ise ABD’nin gücünün, uluslararası sahnedeki etkin varlığında yattığına inanmaktadır. Bütün dünya Amerikan ürünleri için bir pazar ve hammadde kaynağıdır. Bu eğilimi büyük finans, sanayi ve lojistik şirketleri desteklemektedir. Ayrıca akademisyenlerin, bilim dünyası elitleri ile sivil toplumdaki “etik akım” içerisine dahil edilebilecek kişilerin desteğine de sahiptir. İş adamlarının bunu desteklemesinin nedeni açıktır. Akademisyenlerin ve sivil toplumun desteğine gelince, arkasında ABD'nin etkili bir yumuşak güce sahip olduğu ve bunun dünya halklarıyla ilişkilerinde etkili bir arabulucu görevi gördüğü inancı vardır. Yumuşak güç, ticaretten kültüre, sanata, bilime vb. kadar uzanır.
İlk başkanlık döneminden (2017-2021) itibaren muhafazakarlığın temel özelliklerinin, Başkan Trump'ın politikaları için daha uygulanabilir olduğunu düşünüyorum. İkinci dönemde de durum aynı, ancak henüz net bir değerlendirme yapmak için erken.
Bu görüşe göre Trump'ın savaşçı bir başkan olmadığını, dışa açılmaya ve maliyetli çatışmalara girmeye meyilli olmadığını söyleyebiliriz. O daha çok malını satmaya ve maliyeti düşürmeye çalışan bir tüccara benziyor. Başkalarını yolundan çekmek için tehdit ve korkutmalarla sesini yükseltiyor ama gerçek bir çatışma için hiçbir istek duymuyor.
Bu ihtimalin geçerliliği veya geçersizliği sanırım yıl sonuna doğru netleşecek.