Geçtiğimiz salı günü Doha'da Hamas liderlerini hedef alan İsrail saldırısının ardından akla gelen ilk düşünce şu: ABD nerede? Rusya ve Çin de dahil olmak üzere diğer ülkeler ne kadar önemli rol oynarsa oynasın, tek başına Amerika Birleşik Devletleri, sınırlar koyma ve olayları makul sınırlar içinde kontrol etme kapasitesine sahip olmaya devam edecektir. 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze'de yaşananların, vahşeti ve acımasızlığıyla tüm insani, ahlaki ve hatta siyasi sınırları ve kontrolleri ihlal ettiği doğru. Herkesi kontrol eden olarak tanımlanan ABD, bugün huzursuz, çelişkili, pusulasını kaybetmiş bir hale geldi ve artık kendisinden korkulmuyor. Öyle ki son saldırı hakkında bilgisi olup olmadığı, kendisine dayatılıp dayatılmadığı halen belli değil, ama her iki olasılık da kötü.
Özellikle Aksa Tufanı ve sonrasında İsrail'e yönelik Amerikan politikasının değişmediğini söyleyenler var. Bu doğru değil. Biden yönetiminin İsrail taraflılığına ve sağladığı cömert desteğe rağmen, bu bir yandan Hamas ve Hizbullah'ın çöküşüne, İran'ın Suriye'den çekilmesine yol açan yeni bölgesel koşullar altında İsrail'in güvenliğini korumayı amaçlıyordu. Öte yandan, önceki yönetim İsrail'in yanında kurulacak silahsız bir Filistin devleti temelinde kalıcı bir çözüm arayışındaydı. Peki bugün bunun neresindeyiz?
Son darbe, Başkan Donald Trump'ın, Hamas’ın çok sayıda Filistinli tutuklunun serbest bırakılması karşılığında tüm rehineleri serbest bırakmasını öngören “herkese karşılık herkes” önerisinin ardından geldi. Bu öneri, tutuklu ve rehinelerin serbest bırakılmasının ardından 60 günlük bir ateşkesi, akabinde savaşı sona erdirmek için kalıcı bir anlaşmaya varmak üzere müzakereler yürütmeyi öngörüyordu. Ancak Binyamin Netanyahu, müttefikinin ve güç kaynağının arzusunu görmezden gelerek, açıklanmış bir siyasi ufku olmayan bir savaşı sürdürüyor. Genişleme, ilhak, Batı Şeria'daki Filistinlileri hapsetme veya yerinden etme ve Gazze'yi yıkma gibi hedefleri gerçekleştirmeye çalışıyor.
Bugün Washington, Katar ile ilişkilerinde yaşanan hasarı kontrol altına almaya ve Körfez ülkeleriyle ortaklıklarının önemini bir kez daha vurgulamaya çalışıyor. Daha geniş bir açıdan bakıldığında, saldırı Katar ve İsrail'in barış anlaşmalarındaki Arap ortakları arasında ciddi soru işaretlerine neden olarak, İsrail hükümetinin bölgenin ulusal güvenliğini ve geleceğini tehdit eden pervasız ve kışkırtıcı bir yaklaşım benimsediği izlenimini pekiştirdi.
Netanyahu, bilhassa Washington'un saldırıdan önceden haberdar olması halinde, Doha'nın ABD ile ortaklığın sürdürülebilirliği ile ilgili soru işaretlerinin, ABD-Katar savunma ilişkileri üzerindeki olası yansımalarını umursamadı. Bu operasyonun, özellikle ABD destekli ateşkes müzakereleri sırasında gerçekleştiği için, Doha'nın ABD ile ilişkilerine ve kilit arabulucu rolüne olan güvenini şüphesiz zedeleyecektir.
Saldırı, Körfez ve uluslararası alanda geniş çaplı bir öfkeye yol açtı ve Trump'ın Mayıs 2025'teki Körfez ziyaretinin sonuçlarını ve elde edilen başarıları görmezden geldi.
Doha'ya yönelik saldırı, Hamas ve Gazze'nin ötesine geçerek tüm bölgeyi etkileyecektir; özellikle de Netanyahu ve hükümetinin histerisi devam eder ve İsrail, sonuçları Mısır, Ürdün ve genel olarak Körfez ülkelerine de yayılabilecek pervasız politikalarını sürdürürse. İsrail'in pervasız uygulamaları Lübnan ve Suriye'yi de es geçmiyor. Suriye'deki askeri ve siyasi müdahaleleri, yeni hükümetin bir barış inşa etme girişimlerini baltalarken, Lübnan'da Hizbullah'a silahına sarılması ve silahın devletin elinde toplanması ile ilgili resmi karara uymayı reddetmesi için birbiri ardına bahaneler sunuyor.
İsrail'in politikaları, Trump yönetiminin Netanyahu'ya karşı kararsız ve nihayetinde taraflı tutumuyla birleşince, İsrail'in 7 Ekim 2023 ve Hizbullah ile ateşkesin imzalandığı 27 Kasım 2024 arasında savaşın elde ettiğini düşündüğü “başarıları” kaçınılmaz olarak aşındırıyor. Tahran'ın vekillerinin zayıflatılmasının, Esed rejiminin devrilmesinin ve İran'ın Suriye'den çıkartılmasının ardından, bölge ülkeleri arasında barış, istikrar ve iş birliğinin önünün açılacağı umuluyordu. Ama bu yaklaşımın sürdürülmesi, zamanı 6 Ekim 2023'e geri döndürecektir. Zira Suriye'deki huzursuzluk ve Lübnan'daki durgunluk, geriye gitmek için iki fırsatken, Körfez ülkeleriyle ilişkiler de gerilirse ne olur?
Netanyahu'nun emellerini sınırlamak başta olmak üzere, Amerikan diplomasisinde bölgeye yönelik radikal ve somut bir değişim olmazsa, bir gerileme kaçınılmaz görünüyor. Bu değişim, sürdürülebilir ve etkili bir Amerikan diplomasisinin yokluğu ve karar alma süreçlerinin artık Dışişleri Bakanlığı yerine Beyaz Saray'da yoğunlaşması göz önüne alındığında, Trump ile yakından bağlantılı. Bu durum, ABD yönetiminin, Amerikan diplomasisinin birincil hedefi haline gelen Körfez Bölgesi'nin artan önemi konusunda uyarılmasını gerektiriyor, ama bu, Mısır ve Ürdün'ü ihmal etmek anlamına da gelmez. Maşrık (Levant) bölgesini ihmal etmek, oradaki krizleri daha da kötüleştirebilir ve tüm bölgeyi istikrarsızlaştırabilir. Buna karşılık ortaklar ile iş birliğini güçlendirmek, Washington'un müdahaleleri azaltma, İbrahim Anlaşmaları'nın kapsamını genişletme, Gazze'nin yeniden inşasına katkıda bulunma ve nihayetinde iki devletli çözümü canlandırma hedeflerine hizmet etmektedir.