Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Amman zehrinden Doha füzelerine

Ortadoğu, tarihi boyunca acımasız ve zalim insanlar yetiştirme konusunda hiç cimri olmamıştı. Ama bu sefer dayanılmaz birini yetiştirdi. Bu adam, tanıdığımız veya suçlarının sayfalarını çevirdiğimiz herkesten daha tehlikeli. Bu adam tahammül sınırlarının ötesinde.

Ne ülkesi içinde ne de dışında kimse onunla boy ölçüşemez. Rekor sayılara ulaştı. Kimse onun kadar Filistinli öldürmedi. Bir ceset fabrikası. Bir dullar fabrikası. Bir yetimler fabrikası. Silah cephaneliği zengin; Amerikan uçaklarının en iyisi onda. Asla ıskalamayan füzeler. Yapay zekanın fetihlerine en korkunç açlık sanatını ekleyen modern bir ölüm makinesi. Kimse haritaları onun kadar ihlal etmedi. Kimse uluslararası hukuku onun kadar hor görmedi. Hiç kimse onun kadar Filistinli lider öldürmedi. Her bulutun ve göğün altında onları takip etti. Hava sahasını, kuralları ve normları ihlal etti. Bunların onun gözünde yeri yok. Filistinli ya ölüdür ya da potansiyel ölüdür. O topraklarda doğanlar için hafifletici sebepler yok. Korkmuş, acımasız bir savaşçı. Çocukların gözlerinden ve yetişkinlerin kefiyelerinden nefret ediyor. Bu yüzden onları öldürüyor. Çadırları yakıyor ve gökdelenlerin belini büküyor. Onları zıt yönlere kaçmaya zorluyor, gözlere ve kefiyelere yer olmayan bir Gazze hayal ediyor.

Bu adam en tehlikelisi. Kurucu beyin David Ben-Gurion'dan daha tehlikeli. Başbakanlık makamında uzun süre görevde kalma konusunda onu yendi. 1967 savaşı sırasında görevde olan Levi Eşkol'dan daha tehlikeli. Filistinlilerden Golda Meir'in nefret ettiğinden daha fazla nefret ediyor. Yaser Arafat'ı ve zafer işareti yapan parmaklarını kovmak için Beyrut'a ordu gönderen Menahem Begin'den daha tehlikeli. Oslo’yu yıkmakta Buldozer Ariel Şaron’dan daha tehlikeli. İzak Rabin'i amatör kılacak kadar kemik kırdı. Ehud Barak'ın madalyalarının parıltısını söndürecek suikastlar düzenledi. Zehiri bal örtüsünün altına saklamada usta olan Şimon Peres adındaki tilkiyi kesinlikle küçümsüyor.

Filistinlilerin gözyaşlarından ve küçük ceset konvoylarından etkilenmiyor. Yıkılan okullardan ve yanan hastanelerden çok hoşlanıyor. Tünellerin kokusunu karış karış alıyor. Her kefiyede devlet kokusu alıyor. Yaralı ve pervasız bir savaşçı. Her gün Tevrat sayfalarından Kudüs'teki ofisine iniyor. Suikast listesini inceliyor ve uçak ve insansız hava araçlarının havalanmasını emrediyor.

Arap Birliği'nin açıklamalarından da, Guterres'in gözyaşlarından da etkilenmiyor. Birleşmiş Milletler ve şartlarından nefret ediyor. Başkentlerdeki yürüyüşler, Avrupalıların hoşnutsuzluğu veya Amerikalıların kızgınlığı umurunda değil. Anahtarın zafer ve sahadaki gerçekleri değiştirmek olduğuna, ardından imajı onarma, medyatik ve diplomatik kayıpları giderme aşamasına sıra geleceğine inandığını söylüyor.

Başbakanlığı döneminde, öldürmenin uzun eli serbest kalıp her yere uzandı. Gazze'yi eziyor, Batı Şeria'yı cezalandırıyor, Lübnan'da her gün suikast düzenliyor ve Esed'i deviren Şara Suriyesi'ni istikrarsızlaştırıyor. Yemen'e saldırıyor, İran hava sahasını kontrol ediyor, generalleri ve bilim insanlarını öldürüyor. Radarlardan ise bahsetmiyoruz bile.

Bu fanatik savaşçının tarihini inceleyen herkes, onun bu pervasızlığına şaşırmayacaktır. Bazı olayların açık göstergeleri vardır. Bu adam, kendi tarihinin bir ürünüdür. 1996'da Yaser Arafat ile ilk görüşmesinde açık sözlü ve küstahtı: “Sayın Arafat, İzak Rabin ve Şimon Peres ile imzaladığınız Oslo Anlaşması konusundaki tavrımı biliyorsunuz. Bu anlaşmalara karşıydım ve bu İsrail'de yeni bir hükümet ve size söylüyorum ki bu anlaşmalar bizim için bitmiştir (...)” demişti. Arafat'ın Filistin topraklarında oturup İsrail'e Filistin topraklarından hitap etmesine tahammül edemiyordu. O günlerden beri, meşruiyeti, Arap ve uluslararası bir barış dilini benimsemesi nedeniyle Filistin Ulusal Otoritesi’ni Hamas'tan daha tehlikeli gördü.

Binyamin Netanyahu Doha'daki Hamas liderlerinin evlerine düzenlediği hava saldırılarıyla zirveye ulaşan pervasızlığından yıllar önce, ders alamadığı bir başarısızlık yaşamıştı. 25 Eylül 1997'de, Hamas Siyasi Büro Şefi Halid Meşal, Amman'daki ofisine girmek üzereyken, Ürdün'e Kanadalı turist kılığında giren iki Mossad ajanı tarafından saldırıya uğradı. Saldırganlardan biri, yakındaki bir yerden Meşal'in kulağına ve boynuna zehir enjekte etti. Oradan geçenlerin ve Meşal'in korumasının da dahil olduğu bir kovalamaca sonunda, saldırganlar yakalanıp tutuklandı. Yaklaşık iki saat sonra zehir Meşal'in vücuduna yayılmıştı ve hayatını kurtarmanın tek yolunun zehri etkisiz hale getirebilecek panzehiri elde etmek olduğu anlaşıldı. Kral Hüseyin öfkeliydi. Ülkesi, 1994 yılında İsrail ile Vadi Araba Barış Antlaşması'nı imzalamıştı ve yıllardır ABD'nin müttefikiydi. Ürdün Kralı'nın Beyaz Saray'a gönderdiği mesaj hızlı ve kesindi. Dönemin Başbakanı Netanyahu'yu panzehirin teslim edilmesi ve daha sonra İsrail’in kendisine suikast düzenleyeceği Hamas'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'in serbest bırakılması emrini vermeye zorladı. Netanyahu, Ürdün ile imzalanan barış anlaşmasını veya Ürdün-ABD ilişkilerini umursamamıştı.

Doha saldırısı, Amman saldırısından daha büyük ve daha tehlikeli. Netanyahu, Katar'ın arabuluculuk rolünü veya ABD ile stratejik ilişkilerini umursamadı. Bu nedenle Doha'daki Arap-İslam zirvesi, devam eden İsrail saldırganlığını caydırma sorumluluğuyla karşı karşıya. Bugünün koşulları, Amman saldırısının gerçekleştiği dönemin koşullardan tamamen farklı. Arap Körfez ülkelerinin ekonomik ve siyasi ağırlığı bugün tamamen farklı ve ABD ile stratejik ilişkileri, küresel ekonominin istikrarı için bir ön koşul. Bu durum, Suudi Arabistan ve Fransa'nın “New York Deklarasyonu”nda “iki devletli çözümün” kabulü konusunda başlattığı kapsamlı diplomatik saldırı ile açıkça ortaya kondu.

Netanyahu'nun maceraperestliğine verilecek en iyi ceza, Doha zirvesine katılanların, Batı'yı, özellikle de Trump ABD'sini, bir “Filistin devleti”nin Ortadoğu'nun istikrarını ve Batı'nın buradaki çıkarlarını korumak için gerekli bir koridor olduğuna ikna etmek için var olan çok sayıda baskı kartını etkili ve akıllıca kullanmalarıdır. Gerçekçilik, Amerikan koridorunun bu hedefe ulaşmak için elzem olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Yalnızca iki devletli çözüm, İsrail'i İsrail’e geri döndürebilir, askerlerini komşularının topraklarından ve uçaklarını bölge ülkelerinin hava sahasından çekebilir.

Amman zehrinden Doha füzelerine, Netanyahu bölgenin en tehlikeli adamına dönüştü. Politikaları bir tür kitle imha silahı ve bölge ve dünya bu tür silahları etkisiz hale getirmeli.