Sudan'da her şeyi ve her vatandaşı etkileyen, eşi benzeri görülmemiş bir yıkıma yol açan savaşın sona ermesini istemeyen aklı başında tek bir kişi yoktur. Ne var ki savaşın “sonu”ndan bahsederken genellikle muğlak bir dil kullanılıyor, krizden çıkış yolunu tanımlamak için gereken temel sözcük dağarcığı eksik veya tartışmalı olmaya devam ediyor. “Sivil sürecin yeniden canlandırılması” ve “geçiş” hakkında çok konuşuluyor ve “Savaşa Hayır” sloganı tekrarlanıyor fakat savaşın nasıl sona erebileceği veya demokratik sivil yönetime giden sürece nasıl geri dönülebileceği konusunda en ufak bir fikir birliği yok. Daha ciddi soru ise şu: Sanki Sudan coğrafyasında hiçbir şey değişmemiş gibi, savaş öncesi döneme geri dönmeyi mi kastediyoruz?
Yönetmek konusunda otomatik meşruiyete sahip bir taraf yok. Zaman döngüsünü savaş öncesi döneme geri sararak iktidara geri dönmek isteyenler, sahnede meydana gelen tüm gerçekleri ve değişimleri görmezden gelmeye çalışıyorlar. Savaş sonrası Sudan eskisi gibi olmayacak.
Aralık Devrimi sivil güçlere meşruiyet kazandırdı, ancak bu meşruiyeti çekişme, çatışma ve manevralarla heba ettiler, bu da nihayetinde bu savaşa yol açtı. Hiçbir taraf, yaşananların ve bu trajediye yol açan sonuçlarının sorumluluğundan kurtulamaz. Birçok Sudanlı artık bu güçlere devrimden hemen sonra baktığı gibi bakmıyor. Savaş konusundaki farklı görüşleri ve tutumları, arenada yarattıkları keskin kutuplaşma nedeniyle, devrimci gençliğin saflarında bile birçok kişinin desteğini kaybettikleri kesinleşti.
“Kaht”tan “Sumud”a kadar çeşitli isim ve dönüşümleriyle “Özgürlük ve Değişim Güçleri”nin kendisi parçalandı. Bir kısmı artık “Hızlı Destek Kuvvetleri”nin (HDK) yanında yer alıyor ve onun hayali paralel hükümetine katılıyor.
HDK konusundaki muğlak tutum, onu benimseyen güçlerin ve kesinlikle ülkenin çıkarına değil. Bu kuvvetlerin geleceği, muğlak bir söylemle çözülebilecek konu değil. Sudanlıların önemli bir yüzdesi artık bu kuvvetlerin ve liderlerinin gelecekteki siyasi sahnedeki varlığını reddediyor. HDK’nin yeni bir biçimde veya yeni bayrak altında tekrar sahneye dönmesini sağlayacak herhangi bir anlaşma formülü, kırılgan ve geçici ateşkesten başka bir şey olmayacaktır. Daha da tehlikelisi şu olumsuz mesajı verecektir; şiddet siyasi veya ekonomik kazanımlar elde etmenin kabul edilebilir bir yoludur. Kendilerini silahlandıran, masum sivilleri öldüren, mallarını yağmalayan, ülkeyi yerle bir eden ve soykırım yapanlar daha sonra kendilerine iktidardan pay verilerek ödüllendirilecektir.
Mevcut çalkantılı tablonun ortasında, bazıları siyasi kazanımlar elde etmek için orduyu HDK ile özdeşleştiren bir söylemi yaymak için yoğun olarak çalışıyor veya orduyu zayıflatmanın, onu siyasi sahneden uzaklaştırmanın tek yolu olduğuna inanıyor. Bu bağlamda, “Kizan (İhvancı) Ordu” söylemi ve “Ordumuz Yok” gibi sloganlar yaygınlaştırıldı.
Sudan ordusu, hakkındaki tüm yorum ve eleştirilere rağmen, bağımsızlıktan bu yana varlığını sürdüren ulusal bir kurum olmaya devam ediyor ve devletin egemenliğini ve birliğini simgeleyen birleştirici bir unsur olarak varlığını sürdürüyor. Geçmişteki uygulamaları ve mevcut savaştaki rolleri göz önüne alındığında, orduyu HDK ile eşitlemek ahlak veya vatanseverlik açısından kabul edilemez. Gerekli olan, orduyu yeniden yapılandırmak ve askeri doktrinini, siyasi sömürüden uzak, profesyonel ve ulusal bir ordu haline getirmektir, onu suçlulaştırmak veya itibarını zedelemek değil.
Öyleyse asıl soru şu: Önceki başarısız deneyimlerin tekrarlanmasına kapıyı açmadan, Sudan için istikrarı sağlayacak şekilde sivil yönetime geçişi nasıl sağlayacağız? İlk olarak, meşruiyet hiçbir kesime otomatik olarak verilmez. Kabul edilebilir tek meşruiyet sandık meşruiyetidir. Bu nedenle, tartışılan veya planlanan tüm geçiş dönemlerinin kısa olması, net hedeflere sahip olması ve ülkeyi mümkün olan en kısa sürede seçimlere götürmesi esastır.
Bunu başarmak için, yönetişim ve geçiş konularını ele alan ve ülkeyi sandık yoluyla sivil yönetime döndürmenin önünü açan kapsamlı ve kapsayıcı bir Sudan-Sudan diyaloğu şarttır.
Mevcut sahnede, her iki tarafta da dışlayıcılar mevcut. Tüm isimleri ve varyasyonlarıyla Sumud grubunu dışlamak isteyen İslamcılar var. Sumud tarafında ise İslamcıların sahneden dışlanmasını ve bu amaca ulaşmak için onları terör örgütü olarak tasnif etmeyi savunanlar var. Bu yol, çatışmaları sona erdirmeyecek veya Sudan krizine bir çözüm getirmeyecektir. Aksine, krizi daha da karmaşıklaştıracak, uzatacak ve gelecekteki herhangi bir otoritenin istikrar şansını azaltacaktır.
Siyasi dışlamanın, kışkırtma ve tahrik yoluyla veya intikam kültürünü pekiştiren istisnai kararlarla değil, sandık veya adil yargılamalar yoluyla gerçekleşmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu başarmak için, suç işlediği veya yolsuzluk yaptığı kanıtlanan herkes için kapsamlı ve üzerinde mutabık kalınmış bir hesap sorma ve yasal siyasi izolasyon mekanizması gerekiyor. Dışlama söylemi yerine, söz dağarcığımız şöyle olsun; cezasızlık değil hesap sorma, dışlama değil demokrasi, seçimler ile sonuçlanacak kısa bir geçiş dönemi, sivillerin korunmasına öncelik vermek ve arenayı kaba kuvvet mantığından temizlemek.