Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Orkestranın sesi, herhangi bir solistten daha yüksektir

İster iç ister uluslararası siyasette olsun, iki inatçı ama değişmez özellik vardır; birincisi “sahtecilik”, ikincisi “çifte standart”. Siyasi bir olaya nereden bakarsanız bakın, bunlardan birini veya ikisini birden görürsünüz.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (Küba kökenli) geçen hafta Tel Aviv'e geldi ve Netanyahu, “Bu benim en iyi arkadaşım” dedi (aylar önce adını bile bilmiyordu!). Bu ifadeyi Netanyahu son yıllarda ziyaretçileri için defalarca kullandı. Onu dinleyen hiç kimse, duygularının samimi olduğu sonucuna varamaz ve kesinlikle samimi değil. Bu, “sahtecilik” özelliğidir.

Uluslararası ilişkilerdeki ikinci özellik hem kadim hem de modern, siyasetin hastalığı ve sahteciliğin kardeşi olan çifte standarttır. Bir kez daha geçtiğimiz hafta ABD Dışişleri Bakanı ve İsrail Başbakanı'nın katıldığı basın toplantısında, Dışişleri Bakanı 7 Ekim olaylarına odaklanarak bunları korkunç bir katliam, vahşi ve suç teşkil eden bir eylem olarak nitelendirdi. Aynı zamanda, daha da büyük bir katliamı, Gazze'deki soykırımı görmezden geldi! Tüm Batılı politikacılar, sanki eşitlermiş gibi, bu iki eylemi eşit görüyor!

Geçen hafta dünya, Katar'a yönelik saldırı ile meşguldü. Bu saldırının çeşitli amaçları vardı; ABD Başkanı'nın da belirttiği gibi, Katar'ın Hamas'a İsraillilerin talep ettiği tavizleri vermesi yani silahlarını teslim etmesi, Gazze Şeridi'nden çekilmesi ve tüm rehineleri serbest bırakması için baskı yapması da buna dahildi. Katar'ın bunu yapabileceği gibi yanlış bir varsayım vardı!

Ukrayna'dan Sudan'a, Gazze'ye ve diğer birçok bölgeye kadar sayısız savaşın sürdüğü bu çatışmalı ve parçalanmış dünyada, uluslararası kurallar ve normlar baskın güç gibi görünmüyor. Hakim olan, güç ve kaba kuvvet.

Bu nedenle, Körfez'de güvenliği sağlamanın en iyi yolu, sağlam ve caydırıcı bir güç oluşturmak için birliğe doğru ilerlemektir; bütün, tüm parçalardan daha büyüktür. Körfez İşbirliği Konseyi fikri, 40 yıldan uzun bir süre önce kurucu babalar tarafından ortaya atılmış özgün bir fikirdi ve onu cesurca geliştirmek evlatların sorumluluğundadır. Bazı liderlerin sükunet dönemlerinde başarısız bir şekilde geliştirmeye çalıştığı bu fikir, artık kriz zamanlarında geliştirilmeye değer. Bir konfederasyon veya Avrupa Birliği benzeri bir Körfez birliğine doğru ilerlemek, bu çalkantılı bölgede istikrarı sağlayacak ve caydırıcılık oluşturacaktır. Aksi takdirde bölge, istikrarsızlığa karşı şimdiye kadar gördüğümüzden daha savunmasız olacaktır.

Katar'ın, iki farklı, aralarında büyük düşmanlık olan cepheden iki saldırıya maruz kaldığını söylemek yeterli; ilki Tahran'dan, ikincisi Tel Aviv'den. Diğer tehlikeler, bilmek isteyen herkes için aşikâr. Bu bölge tehdit altında ve (ülkeler tek kalarak) dış caydırıcılığa güvenemez. Bu varsayım ortadan kalktı!

Dolayısıyla atılması gereken adım, mümkün olan en kısa sürede üzerinde anlaşmaya varılması gereken bu birliğe doğru ilerlemektir.

Çoğu Arap ülkesi iki dertten muzdarip. Birincisi, birçoğu ekonomik yetersizlik ve iç kaygılar altında inliyor ve bu da onları bölgede güvenliğe yönelik olumlu bir girişimde bulunmaktan alıkoyuyor ve bunu yapacak kapasiteye de sahip değiller. İkinci dert ise yakın zamanda Irak ve Libya'da olduğu gibi Sudan ve Yemen'de yaşanan iç savaştır.

Bu nedenle, Arap çevre acil durumlarda Körfez güvenliğine herhangi bir katkı sağlamak konusunda neredeyse etkisiz durumda. Büyük güçlerle ilişkilere gelince, Doğulu güçler kendi öncelikleriyle meşgul; Rusya Ukrayna'daki savaşıyla, Çin ise ticaret savaşıyla. ABD ise İsrail projesinin hem aklında hem de kalbinde yer alıyor; İsrail nasıl karşılık verirse versin, ABD onaylıyor.

Körfez birliği, artık hayal bile edilemeyen ve ne kadar süslü sözler söylenirse söylensin, açıklamalar ve toplantılarla üstesinden gelinemeyecek birçok gerçek kötülüğe karşı güvence ve kurtuluştur. Bölgenin güvenliğini olumsuz etkileyen gerçek tehditlere sözcükler karşı koyamaz.

Birlik kendi başına nihai bir çözüm değil, ancak ileriye doğru atılmış bir adımdır. Bu, bölgenin vatandaşları için modern bilimi en geniş ölçekte yerelleştirmeye yönelik net bir planla birleştirilirse, o zaman güvenliği sağlayabilecek gerçek güç olacaktır.

Modern bilim, İsrail gibi küçük bir ülkenin yalnızca savaşlar yürütmesini değil, aynı zamanda gelişmiş silahlar üretip pazarlamasını da sağlamıştır! Eğitimimiz niceliksel olsa da nitelik açısından oldukça zayıf. Nitelikli eğitim için ise şu anda yoksun olduğumuz bir ortam gerekiyor; aydın, batıl inançlara dayalı olmayan bir ortam!

Bu konuyu ele alanların karşılaştığı ikilem, tehlikelerin ve aynı zamanda çözümlerin biliniyor olması, ancak bazılarının bu tehlikeleri görmek veya bütün, tüm parçalardan daha büyüktür şeklinde özetlenebilecek bu çözümleri uygulamak istememeleridir.

Özetle; bütünün gücü, parçalarının uyumunda yatar ve bütünün başardığını, parçalar tek başına başaramaz.