Faysal Muhammed Salih
Sudan eski Enformasyon Bakanı
TT

Daha fazla yanılsamayı kırmak

Bu yazının ilk bölümünde, savaşın acımasızlığına ve dehşetine rağmen en önemli derslerinden birinin, kendimize ve diğer insanlara dair sahip olduğumuz yanılsamaların kırılması olduğunu söylemiştik. Savaşın, ulusların ve toplumların gerçeklik aynasında kendilerine bakmalarına olanak tanıdığını, farklı koşullarda kendilerini tanıma fırsatı sunduğunu, bu şekilde toplumun hem pozitif hem negatif yönleriyle gerçekçi bir görüntüsünün oluşturulabileceğini belirtmiştik. Dolayısıyla, bunun bir fırsat olduğunu, bu fırsattan yararlanılabileceğini ya da pek çok toplumun tarihinde olduğu gibi bu fırsatın kaçırılabileceğini ifade etmiştik.

Yanılsama olan görüntülerden biri de ulusal ordunun gücü ve kapasitesiyle ilgiliydi. Pek çoklarının Beşir hükümeti döneminde ulusal ordunun Hızlı Destek Kuvvetleri dahil olmak üzere İslami hareketlere bağlı çeşitli isimlerdeki milis güçlerinin lehine zayıflatılması süreci hakkında gözlemleri olduğu doğrudur. Ordu zayıflatıldıktan sonra üst düzey subayları meşgul edildi ve orduya bağlı ekonomi kurumları aracılığıyla aldıkları maaşlardan kat kat daha fazla kazanmaları sağlanarak yozlaştırıldılar. Buna ilaveten, silahlı kuvvetler de dahil olmak üzere tüm düzenli kuvvetler siyasileştirildi. Tüm bunlara rağmen, karamsarların çoğu, ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki herhangi bir savaşın, bir hafta süreceğini ve altyapının çoğunu yok edebilecek yüksek bir maliyetle birlikte ordunun Hartum'daki Hızlı Destek Kuvvetleri’ni yenmesi için bu sürenin yeterli olacağını düşünüyorlardı. Şimdi ise Hartum’da yenilmeleri halinde bu güçlerin Darfur ve Kordofan çöllerine geri çekilmelerinden korkuluyor. Zira bu, yetkililer için sürekli bir rahatsızlık oluşturacak ve işler, bazı bölgelerin merkezi hükümetten ayrılmaları aşamasına dahi varabilir.

Dört aylık çatışmalardan sonra, ordudaki durumun insanların tasavvur ettiklerinden daha kötü olduğu, küçük rütbeli subayların ve askerlerin cesaret ve sadakatlerine rağmen şehir savaşında Hızlı Destek Kuvvetleri’ni yenemediği ortaya çıktı. Bunun sebebi, piyade kuvvetlerinin ihmal edilmesi ve bu nedenle güçsüzleşmesi, ordunun son yıllarda kapasite ve askere alma konusundaki zayıflığıdır. Oysa aynı ordunun el-Burhan, Kabbaşi ve Yasir el-Ata gibi kıdemli komutanları birkaç ayda bir Hızlı Destek Kuvvetleri’nin binlerce yeni askerinin mezuniyeti için yaptığı kutlamalara katılıyorlardı. Şimdi savaş beşinci ayına giriyor ve ordu birlikleri kendilerine ait binaların duvarları arkasındayken, Hızlı Destek Kuvvetleri başkentin ana caddelerini, hükümet binalarını ve vatandaşların evlerini işgal ediyor.

Aynı şekilde Darfur'da barış anlaşmasını imzalayan silahlı hareketlerin görüntüsü de belki sonsuza kadar yıkıldı. İnsanlar anlaşmayı eleştirdiklerinde ve Sudan'ın geri kalanına haksızlık ettiğini söylediklerinde bu silahlı hareketler hep anlaşmayı bozup savaşa geri dönmekle tehdit ederlerdi. Bu kuvvetlerin büyüklüğüne ve kapasitesine dair abartılı bir resim çiziliyordu. Savaş, Darfur'un farklı bölgelerinde dahi bu kuvvetlerin bir etkisi olmadığını göstererek yetersizliklerini ve zayıflıklarını ortaya çıkardı. Söz konusu kuvvetler, deklare ettiklerine göre, savaşın taraflarına karşı tarafsız bir pozisyon benimsediler, ancak vatandaşları korumak için ortak bir güç oluşturacaklarını söylemelerine rağmen bu görevi de yerine getiremediler.

Ortalama bir Sudan vatandaşının görüntüsünü belki de en çok zedeleyen şey ise bankaların, fabrikaların, ticari işletmelerin, evlerin ve hatta küçük bakkalların bile sıradan vatandaşlar tarafından yağmalanmasıydı. Bu görüntü, Sudanlıların kendileri ve toplumları hakkında oluşturdukları genel görüntüye ve hatta komşu toplumlarının Sudan toplumu ile ilgili oluşturduğu görüntüye aykırı. Aslında para, altın ve araçlara el koymak için bu yerlerin çoğuna baskınları Hızlı Destek Kuvvetleri başlattı ama Sudan tarihinde görülmemiş bir şekilde yağma ve soygunu tamamlayanlar sıradan vatandaşlar oldu. Bunu inkar çabasıyla, bazıları bu eylemleri yabancılara ve mültecilere atfetmeye çalıştı, ancak ortalıkta dolaşan görüntüler onlara inkarlarını sürdürme fırsatı vermedi. Bu eylemlerde bulunanların ötekileştirilen mahallelerin sakinleri ve yoksul kesimler olduğu doğru ama nihayetinde bunlar da yoksullaştırma, ihmal ve ekonomik, sosyal ve siyasi ötekileştirme politikalarının kurbanı olan Sudan vatandaşları.

Pek çok toplum kendisi hakkında sübjektif ve sanrısal algılara sahiptir ve bunlar değişmeyen ve farklı koşullardan etkilenmeyen katı bir görüntüden ibarettir.  Bunun, İbn Haldun'dan Max Viper ve ondan sonra gelenlere kadar toplumların devinimini ve gelişimlerini, maruz kaldıkları değişimleri inceleyen tüm çalışma ve araştırmalarla çelişen gerçek dışı bir konu olduğuna şüphe yok. Politik, güvenlik ve ekonomik olarak istikrarlı toplumların belirli özellikleri bulunur. Koşulları değiştiğinde, savaşlara, yerinden edilmelere, ekonomik ve güvenlik baskılarına maruz kaldıklarında, hayatta kalabilmek için yaşam tarzlarını ve davranışlarını değiştirmek zorunda kalırlar. Ancak bu, kesinlikle benzer koşullara sahip toplumların da birbirinin karbon kopyası olması gerektiği anlamına gelmez. Konu bundan daha karmaşıktır ve coğrafi, tarihi, sosyal, kültürel ve dini koşullar ve etkiler iç içe geçmektedir.

Özetle; bir ülke olarak Sudan ve tüm Sudan toplumu, savaştan önceki gibi kalmayacak. Bu savaş birçok koşulu ve şeyi değiştirdi, pek çok varsayımı sarstı. Sudan toplumunun bu felaket ve sıkıntıyı en az kayıpla atlatabilmesi, değişkenlerle başa çıkabilmesi için deneyimlerini ve birikimlerini ülkenin ve halkının hizmetine sunan bilim adamlarının, düşünürlerin ve akademisyenlerin ciddi çalışmalarına ve araştırmalarına ihtiyaç duyan yeni meydan okumalar ortaya çıkardı.