İmam Rabbani Ahmet Serhendi ilimlerin ve medeniyetlerin teselsülüne ve birbirlerinden aktarımına dair ‘telahuku efkar’ tabirini kullanır. Fikirlerin dizilmesi, sıralanması ve birbirlerine bağlanması anlamına gelmektedir. Zamanla kümülatif büyümeyi gösterir. Böylece sermaye birikimi gibi medeniyetler bazında da bir birikim sağlanır. Medeniyetler eskidikçe yenilenir. Dinler de vahiyler üzerinden tazelenir. Bazen şeriatlar değişir ama inanç manzumesi ilk günden ve ilk insandan itibaren aynı kalır.
Salih Okur adlı arkadaşımızla sohbet ederken söz döndü dolaştı eski Hindistan Maarif Bakanı Ebu’l kelam Azad’a geldi. Onun bazı taşkın fikirleri olduğunu söyledi. Mütebahhir bir alim ve müdekkik ve mütefekkir olmakla birlikte sakınılması gereken fikirleri de bulunuyor. Bazı konularda çevresinden veya yaşadığı çağın tortularından etkilenmiştir. Bunlardan birisinin de dinlerin birliği olduğunu ifade etmiştir. Bu mesele kafa karıştırıcı bir husustur. Kim dinlerin birliğini ve onun üzerinden insanlığın birliğini istemez ki? Ancak bunun yöntemi beşer kaynaklı mı yoksa ilahi kaynaklı mı olmak zorundadır? Veya bu hangi kalıpta ifade edilmeli? Ebu’l Hasan en Nedevi bazı kitaplarında dava ve devlet adamı olan M. Gandi’nin dinlerin birliğine taraftar olduğunu söylemiştir. Halbuki dinler asaletlerini ya da orijinal kimliklerini muhafaza edememişlerdir ve bu nedenle de zamanla insicam ve birlikleri bozulmuştur. Bu bozulmuş yapı ve kalıplarını daha geniş alanda birleştirmek umulan faydayı temin etmeyecektir. Aynı süreçleri atlatan dini yapılar diğerleriyle aynı çizgi üzerinde buluşamamışlardır. Peygamberler zinciri ise birbirini tamamlamıştır. Her yenisi eskisi üzerine kaimdir. Yani eskisini de temsil eder. Peygamberler zinciri gibi bir de birbirini ikmal eden vahiyler zinciri vardır. Bu zinciri ayetler şöyle duyuruyor: (Hadid: 27) Sonra onların ardından peş peşe peygamberlerimizi gönderdik. Arkalarından da Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona İncil'i verdik.
Zamanla tortulara boğulan vahiylerin kalıplara bürünerek müstakil bir din haline gelmesiyle amacını aşmıştır. Allah’ın sıfatları da zamanla dönüşüm geçirmiş ve eski dinlerin mensupları nezdinde müstakil ilahlara dönüşmüştür. Hint ve Yunan’da düzinelerce ilah bu süreçlerin sonucudur.
Mevcut haliyle dinlerin birleştirilmesi suni ve palyatif bir çağrı, çığır veya akım olur. Son sıralarda Yahudiler Hazreti İbrahim’ i temel alarak İbrahimizm akımına ruh vermek istiyorlar. Terviç ediyorlar. Halbuki fiili olarak Filistin’de Halil kentindeki Halil İbrahim Camii’nde 29 Müslümanı toplu halde sabah namazında öldürmüşlerdir. Yahudiler İbrahimi geleneğe İbrahimizm diyor ama Kur’an inananlara Müslüman isminin ilk olarak Hazreti İbrahim tarafından verildiğini duyuruyor. Öncesi de literal olarak olmasa bile fiilen böyledir. Kısaca İbrahim milleti (İbrahimizm) inanan Müslümanlar tarafından temsil ediliyor.
Hazreti İbrahim peygamberler zincirinin önemli bir halkası ve aynı zamanda Hazreti Adem’le birlikte başlayan İslam dininin ulu’l azm peygamberlerinden birisidir. Yani Hazreti İsa gibi bir İslam peygamberidir. Yaşadığı dönemde taraftar kitlesi hünefa yani şirkten azaldılar ve arınmışlar, yüz çevirmişler zümresi olarak anılmıştır. Kur’an Hazreti İbrahim’in ne Yahudi ne de Hıristiyan olduğuna parmak basar. Yahudiler ise Hazreti İbrahim’i ataları kabul ederek onu, İbrahimizm akımında imtiyazlı bir yer edinmek için kullanmak isterler. Onlar için Hazreti İbrahim’in seçilmiş millete hizmet gibi pratik bir değeri vardır. Dinlerin birliği veya somut olarak İbrahimizm eklektik bir birlik arayışıdır. Uyumlu ve mütecanis olmayanların birliğidir. Halbuki vahiylerin bileşkesi altında esasında ‘dinlerin’ birliği kurulmuştur. Vahiyler fiili olarak İslam çatısı altında mündemiçtir. Başka yerde birlik aramaya gerek yoktur. İslamiyet çift vurgulu bir ifadededir. Özel olarak Hazreti Peygamberin risaletini ifade eder, vurgular. Umum olarak da Hazreti Adem’den beri gelen bütün peygamberleri kapsar, ihtiva eder. Demektir ki Risalet-i Muhammediye diğer vahiylerin güncellenmiş halidir. Son versiyonudur. Suni arayışlara ihtiyaç bırakmıyor. Birlik isteyen ve arayan İslamiyet’in kulpuna tutunmalıdır!
Bu itibarla, Mahatma Gandi ya da Ebu’l Kelam Azad’ın bu yöndeki menkul arayışları akla ziyan bir arayıştır ve beyhudedir. Bozulmuş ve muharref şekliyle dinlerin birliği uyumsuzların aynı kazanda kaynamasıdır ki buradan maksut hasıl olmaz. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma hali vardır. Vahiylerin birliği pratik olarak İslam dokusunda sağlanmış ve temin edilmiştir. İlahi kaynaklıdır. Dinlerin birliği beşer eliyle değil ilahi inayet ile vahiylerin birliği şeklinde Risalet-i Muhammediye yoluyla ve şemsiyesi altında sağlanmıştır. Sabık vahiyler İslam vahyinde tecelli etmiş ve tanımlanmıştır.
Eklektik birlik yerine orijinal birlik zaten İslam kalıbı, kisvesi ve vahyi üzerinden sabittir. Dejenere olmuş vahiyleri veya din kalıbına bürünmüş, girmiş vahiyleri ayıklayarak, elekten geçirerek doğrusunu bulmak zaten mümkün değil. Samanlıkta iğne aramaya benzer. Muhaldir. Ayıklamadan yapılacak birlik ise yanlışlar kümesini doğuracaktır.
Kur’an diğer vahiyler üzerine müheymin yani kapsayıcı olduğunu vurgular. Demek ki son kertede bütün bu arayışların muhatabı son vahiy Kur’an’dır. Kur’an’ı bulan birlik yolunu tutmuş olur.