Oslo projesi sadece Filistin sorununu çözmeye yönelik siyasi bir girişim değildi, bunun ötesine geçerek Filistinlilerin yaşamlarını her yönüyle etkileyecekti.
Siyasi sistemlerini değiştirdi, onlara geçici iken kalıcı olan bir ekonomik sistem dayattı. İç ilişkilerin temellerini ve formüllerini değiştirdi, bu da bölünmelere ve yarıklara yol açtı ve vatanın iki parçası Batı Şeria ve Gazze arasında tam bir ayrılıkla sonuçlandı. Projenin uluslararası toplum tarafından terk edilmesi, İsrail'in projeye ve kalıntılarına el koyması sonucunda Filistinlilere, sahip oldukları her şeyi kapsayan, ellerinde kalanları tehdit eden, neredeyse günlük hale gelen kan kaybıyla birlikte taleplerinin çoğunu ve önemlilerini iptal eden açık bir savaş dayatıldı.
Filistinliler, ilk başkanlık seçimlerinde "Oslo'nun yaratıcısı" Yaser Arafat'a en az yüzde 88 oranında oy verme noktasına varacak kadar duygusal bir coşku ile barış umutlarını yaşadılar. Tarihlerinde ilk kez işgalden kurtulmak ve bağımsız devletlerini kurmak gibi gerçekleşebilecek bir umutları vardı.
Halkın bu coşkusuna, çözümün uluslararası düzeyde güçlü bir şekilde benimsenmesi gerekçe gösteriliyordu. İsrail'de çözüm belgesine imza atan bir hükümet vardı. ABD’de projeyi benimseyen, denetlemeye ve himaye etmeye başlayan, kendisini başarıya ulaştırma sözü veren bir yönetim vardı. ABD’nin bu tutumu dünyanın geri kalanının desteğini kaçınılmaz bir sonuç haline getirmişti.
Ancak yeterince dikkate alınıp hesaba katılmayan bir husus vardı, o da İsrail'in kumlarının hareketli ve değişken olduğu, taraf olduğu hiçbir süreç için kesin bir garanti sunmadığıydı. Oslo'nun İsrailli vaftiz babası Rabin'in idam edilmesiyle bu projeye karşı darbe yapıldı. Bu riski alan Rabin’in İşçi Partisi siyasi hayatın kenarına itildi. Öyle ki Rabin’den sonra sanki hiç var olmamış gibi göründü.
Filistinliler ki ben burada onların adına konuşan siyasi sınıftan değil, halktan bahsediyorum, kurtarma girişimlerinin feci başarısızlıkları nedeniyle umutlarının çöküşünü izlediler. Farklı bir gerçekliğe doğru hızlı düşüşleri başladı ve kendilerini Oslo öncesine göre çok daha zor bir durumda buldular.
Bu, “Nekbe’nin (büyük felaket) başlangıcından şu ana kadar yaşadıkları en tehlikeli şey” tanımına uygun bir durumdu ve onları, ruhlarında mütevazı umutları canlandıracak siyasi çözümden tamamen ümit kesmeye itti.
Kabul edecekleri ya da yavaş yavaş yudumlayabilecekleri bir çözümün yokluğunun yarattığı umutsuzluk, anavatanın içinde ve dışında milyonlarca Filistinliyi ikincisi olmayan tek bir seçimle karşı karşıya bırakıyor, o da İsrail ile farklı bir yarışa girmek. Sahip olduklarını hesaplamalarını ve bunları hayatta kalma mücadelesi bağlamında kullanmalarını gerektiren bir yarışa girmeliler. Bu yarış, ortalıkta dolaşan uzlaşma denklemleri, Akabe ve Şarm el-Şeyh'teki toplantılar gibi güvenlik, işgal altındaki Filistinlilerin yaşamlarını iyileştirecek kolaylıklar bahsi gibi ekonomik, iki devletli çözüm gibi uzun vadeli bir gelecek başlıkları altında düzenlenen faaliyetlerin dışında yürütülmeli.
Böyle bir hesaplamaya göre Filistinlilerin sermayesi nedir?
Birincisi, İsrail'in hiçbir formül altında kabul edemeyeceği insan yoğunluğudur. Bu yoğunluğu yerinden etme yoluyla azaltmanın, ne kadar sert olursa olsun önlemlerle büyümesini durdurmanın bir yolu yok.
İkincisi ise insan yoğunluğunu direniş unsurlarıyla güçlendirmek, ne kadar dar görünürse görünsün alanlardan yararlanarak yaşamaya devam etmektir. İşgalin, Filistinlilerin büyümesini durdurmak için takip etmedik tek bir barbarca yol bırakmadığı doğru, ancak sonuçlar tam tersini söylüyor. Mezun orduları ve aynı şekilde inşaat projeleri artıyor. Yerleşimcilerin kurduğu milis gruplara karşı çıkma ve caydırma eğiliminin artması bölgedeki en güçlü ordu için bir endişe kaynağı haline geldi. Eylem bir tepki doğurduğundan, başka bir halkı işgal ettiği sürece İsrail için ne güvenlik ne de emniyet vardır. Pek çok generali, bakanı, parlamenteri, aydını da bunu söylüyor.
Filistinliler, uzlaşısızlık gerçeğine uyum sağlarken, uluslarına, davalarının adaletine ve kendi kaderlerini tayin etme haklarına dünyanın verdiği desteğe derin organik aidiyetlerini sürdürüyorlar ve öyle de kalacaklar. Başarısızlıkla sonuçlanan uzlaşı projeleri ile geçirilen uzun yolculuktan sonra Filistinlilerin öğrendikleri güzel bir ders varsa, o da öncelikle kendi topraklarında yaşamlarını ve güçlerini inşa etmeyi sürdürmeleridir. Bu onlara kardeşlerinden ve arkadaşlarından daha etkili ve faydalı bir destek sunacaktır. Dünya Filistinlilere yeni bir uzlaşı girişimiyle gelirse onlar uzlaşıya hazırlar, gelmezse de anavatan yaşamaya, sebat etmeye, hedefine sahip çıkmaya hazır olmaya devam etmeli.