“Kitap ehlinden inkâr edenler ve müşrikler, kendilerine apaçık delil/beyyine gelinceye kadar tutumlarından vaz geçecek değillerdir.” (Beyyine Suresi 98/1)
Beyyine “ayrılmak, uzaklaşmak ve ayırmak, uzaklaştırmak” mânasındaki beyn veya “açık seçik olmak, açık seçik hale getirmek” anlamındaki beyân kökünden sıfat olup “apaçık delil, hüccet, kesin belge” demektir.[1] Beyyine İslâm muhakeme hukukunda kesinlik ifade eden belli ispat vasıtalarına verilen bir genel ad olup, “bir hakkın veya kendisine hukukî sonuç bağlanan bir olayın ispatını sağlayan özel kati delil”dir.[2]
“Beyyine” kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de 20 kez zikredilmekte olup ağırlıklı olarak “aklî ve naklî delil, hüccet, açık belge, herkesçe bilinen tarihî olaylar, bu olaylara tanıklık eden harabeler, vahiy” ve özellikle “Kur’ân-ı Kerîm, nübüvvet müessesesi, son peygamber Hz. Muhammed, mûcize, Hz. Sâlih’in mûcizesi olan deve”[3] mânalarında kullanılmaktadır. Aynı kelimenin çoğulu olan “beyyinât” ise 52 yerde tekrarlanmakta ve genellikle “âyetler” mânasına gelmekte veya “âyât” kelimesini nitelemektedir. “Âyâtün beyyinât/apaçık âyetler, belgeler) terkibi bir yerde[4], Makām-ı İbrâhim başta olmak üzere Kâbe’de bulunan ve “ibret verici hâtıralar taşıyan tarihî belgeler” mânasında kullanılmıştır. Hz. Mûsâ’ya verilen “dokuz açık belge”den bahseden âyette[5] ise dokuz beyyinenin Hz. Mûsâ’ya ait mûcizeler veya ona verilen dokuz emir mânasına geldiği kabul edilmiştir.[6]
“Beyyine” ve onun çoğulu olan “beyyinât” kavramının manası ve Kur’an-ı Kerimdeki kullanılış biçimi ile ilgili bu kısa bilgilerden sonra “beyyine”nin toplumun kurtuluş veya helakinde nasıl bir rol oynadığı üzerinde durmak istiyoruz. Zira Beyyine suresinde de ifade edildiği üzere “Kitap ehlinden inkâr edenler ve müşrikler, kendilerine apaçık delil/beyyine gelinceye kadar tutumlarından vaz geçecek değillerdir.”[7] Ayeti kerimede her ne kadar Ehl-i kitap ve müşriklerden bahsediliyor ise de “apaçık delil/beyyine gelinceye kadar tutumlardan vaz geçmeyiş” bütün inanç mensupları içinde geçerlidir. Yahudilerin, Hristiyanların ve Müşriklerin özellikle zikredilmiş olmalarının nedeni Kur’an’ın ilk muhatapları olmalarıdır.
O halde her dönemde ve her zamanda insanların üzerinde bulundukları halden vazgeçip doğruya yönelmeleri veya üzerinde bulundukları batıl tutumda ısrar edip küfürde inat ettiklerinin ortaya çıkıp netleşmesi için “beyyine”nin ortaya konulması olmazsa olmazdır. Bu sebeple bazı alimler “beyyinenin gelmesini” şu ayetle bağdaştırıp ilişkilendirmişlerdir: “Kim doğru yola yönelirse, iyi bilsin ki o sadece kendisi lehine yönelmiş olacaktır; kim de saparsa, unutmasın ki o da yalnızca kendi aleyhine sapmış olacaktır: zira hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz; üstelik Biz, bir elçi gönderinceye kadar, asla (bir topluma) azap edici olmadık.”[8] Yani elçi veya elçinin yolundan gidenler hakikatten habersiz olan bir topluma gidip hakikati-beyyineyi ortaya koyup tebliğ etmedikçe onlara azap edilmeyecektir.
Beyyine suresi birinci ayette zikredilen “beyyine” kavramının ne olduğu bir sonraki ayette “Allah tarafından gönderilen ve hiçbir tahrifâta uğramamış tertemiz sahifeler okuyan bir Elçi.”[9] olarak ifade edilmektedir. Yüce Allah, insanları iyiyi kötüden ayırt edecek yeteneklerle donatmış olmakla birlikte yine de, merhametinin bir sonucu olarak, açık kanıt göndermediği ve mesajının ulaşmadığı kimseleri yaptıklarından dolayı cezalandırmayacağını haber vermiştir. Ayette geçen “Tertemiz sayfalar” ise Kur’an’ın sayfaları olup “tertemiz” nitelemesi, “yalan, nifak, şüphe, sapkınlık ve yanlışlık vb. kusurlardan arınmış sayfalar” anlamını ifade eder.[10]
Beyyine suresinin üçüncü ayetinde beyyinenin içeriği şu şekilde açıklanır: Resul aracılığı ile gönderilen bu tertemiz sahifelerde “dosdoğru-kalıcı- kıymetli kitaplar” vardır. Yani dosdoğru, hak, hikmet ve adaletin ifadesi olan yazılar, hakkı bâtıldan ayıran ilâhî âyetler ve hükümler bulunmaktadır.
Yakarıda aktardıklarımız gösteriyor ki Yahudilerin, Hristiyanların ve müşrikleri ortak noktada buluşturan şey Hz. Muhammedi ve ona gönderilen vahyi inkârdı. Bunu da görünür hale getiren şey de onlara gelen “beyyine” idi. Beyyine ortaya konulduktan sonra bu beyyineye sarılıp onun ışığında yürüyen mü’minlere inkâr edenler tavır koymaya, sözlü ve fiili saldırılar düzenlemeye başlamışlardır. Çünkü inkârda birleşenler yani; “Ne önceki vahyin muhataplarından küfre saplananlar, ne de Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştıranlar Rabbinizden size bir hayrın indirilmesini isterler…”[11]
Bugün toplumda ayetlerde ifade edildiği gibi inkârdan, batıldan, yanlıştan ve ahlaksızlıklardan bir vazgeçme ve terk etme yoksa bu “beyyine”nin yani vahyin, yani Resulün örnekliğinin yeterince topluma taşınmadığını göstermektedir. Çünkü “… Helâk olan açık bir delil ile helâk olacak, yaşayan da (yine) açık bir delil ile yaşayacak…”[12] “Helâk” ve “hayat”ı iman ve inkârdan mecaz olarak görüp şöyle almak da mümkündür: “küfrü-inkârı seçen, kendisine açık bir delil-beyyine gelmiş olmasına rağmen helâki tercih etsin; imanı seçen de, yine kendisine gelen açık delil-beyyineye istinaden ebedî hayatı tercih etsin!”
[1] Bekir Topaloğlu, “Beyyine”, DİA, (İstanbul: TDV Yayınları, 1992), 6/96.
[2] Ali Bardakoğlu, “Beyyine”, DİA, (İstanbul: TDV Yayınları, 1992), 6/97.
[3] el-A‘râf 7/73
[4] Âl-i İmrân 3/97
[5] el-İsrâ 17/101
[6] Topaloğlu, “Beyyine”, 6/96-97.
[7] el-Beyyine 98/1
[8] el-İsrâ 17/15
[9] el-Beyyine 98/2
[10] Heyet, “Kur’an Yolu Türkçe Meal Tefsir”, (Ankara: DİB Yayınları, 2014), 5/663-664
[11] el-Bakara 2/105
[12] el-Enfal 8/42