Bahreyn Kalkınma ve Sanayi Bakanı Yusuf eş-Şiravi, bakan, yazar ve ruh dostu olan Gazi el-Kuseybi’nin -Allah ikisine de rahmet eylesin- meclisindeyken “Hindistan sizi şaşırtacak. Hindistan gelecektir” sözünü tekrar ediyordu. Doksanların sonunda içimizden hiç kimse bunu göremedi ve ciddiye almadı.
Hindistan sadece fakir bir ülke değildi, aynı zamanda her yıl gittikçe daha da fakirleşen bir ülkeydi. Buna ek olarak Hindistan yarımadasında çatışmalar ve parçalanma endişeleri de vardı. Ancak Şiravi’yi iyimser olmaya iten şey, Hindistan’ın 1999’da açıkladığı reform programını takip etmesiydi. Hindistan Britanya İmparatorluğu’nun kendi toprakları dışındaki merkeziydi ve oradan Arap dünyasının yarısını yönetiyordu. Merhum Şiravi’nin öngörüsünden çeyrek asır sonra, bugün Hindistan’ın gerçek bir mucize gibi kalkındığını görüyoruz. Hindistan, ABD ve Çin ile birlikte dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri haline geldi. G20 Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Yeni Delhi’de bulunurken bu, konuşmaya değer bir olay.
Hintliler ABD’liler ve Çinlilere benzemezler, daha az gürültülülerdir. Yükselen bir güç olarak büyük emelleri bulunuyor. Dev Kuşak ve Yol projesinin sahibi Çin gibi Hindistan’ın da siyasi ve ekonomik açıdan stratejik bir ‘Doğu-Batı’ projesi var. Modi’nin zirvenin kapsamında sunacağı söylenen projenin kapsamında Hindistan’ı Riyad’a, Arap dünyasının kentlerine ve ardından da Avrupa’ya bağlayacak bir demiryolu planı yer alıyor. Arapların Hindistan’la tarihsel ilişkileri günümüzde de sıkı bir şekilde devam etmektedir. Arap Körfez ülkelerinde 8 milyondan fazla Hintli var ve Hindistan vatandaşlarının yurt dışındaki paralarının yaklaşık yarısı bu kişilerden gelmekte. Hindistan petrolünün üçte birini Körfez’den ithal ediyor. Dünyanın altıncı en büyük enerji tüketicisidir ve ekonomisi büyüdükçe petrol tüketimi ve alımı da artacaktır. Bu sadece başlangıç. Hindistan, Çin ve ABD’den daha hızlı büyüyor. Bu nedenle ABD’liler Çin’i ekarte etmek için Hindistan’ı ekonomik ve siyasi olarak Ortadoğu’da ve dünyada daha büyük bir rol oynamaya teşvik ediyor. Ancak Hindistan’ın böyle bir teşvike ihtiyacı yok. Zira aralarında zaten halihazırda bir kara kedi oturuyor. Aralarındaki sınır anlaşmazlıkları, askeri çatışmalar ve ekonomik rekabet buna örnek. Hindistan yüzölçümü açısından yedinci ve nüfus açısından birinci sırada gelirken, Çin yüzölçümü bakımından üçüncü ve nüfus açısından ikinci sırada yer alıyor. Dostluk arayışında olan iki dev… Ve gördüğümüz gibi Suudi Arabistan’ın politikası onlarla olumlu ilişkiler sürdürmek.
2014’ten bu yana iktidarda olan Başbakan Narendra Modi hakkında çok şey söylendi. Müslümanlardan ve Araplardan nefret eden fanatik bir Hindu milliyetçisi. Bunlar radikallerin abartılarıdır ancak bu yine de, onun bölgemiz hakkında karanlık bir algıya sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Modi daha sonra hızla Arap dünyasına açıldı ve Hint diasporasının büyüklüğü ve önemli düzeydeki ticaret alışverişi nedeniyle Körfez ülkeleriyle yakınlaştı. Daha sonra Modi, Hindistan tarihinde bölgeye en çok yakınlık gösteren Hintli yetkili oldu. Kendisinden önceki ilişkiler normalden daha azdı. Yakınlaşmayı engelleyen şeyler, geleneksel düşman Pakistan’la olan güçlü ilişkiler, Müslümanlar ile Hindistan’ın geri kalanı arasındaki mezhepsel gerilimlerin etkileri ve Hindistan dışından gelen Müslümanlara atfedilen radikalizm ve terörizmdi. Yakınlaşmanın ardından iki taraf birbirinin düşünce yapısını anlayarak iş birliği arayışına girdi. Hindistan’ın İsrail’le ve İran’la kurduğu stratejik ilişkisi gibi Pakistan’la ilişki kurmak da karşı tarafın çıkarlarına aykırı kullanılmadığı sürece bir egemenlik hakkıdır. Modi, ülkesindeki diğer dinlere inananlar arasında olduğu gibi bir grup Müslüman arasında da radikalizmin var olduğunu ve dünyadaki Müslümanların da bundan mustarip olduğunu fark ediyor. Çözüm, bununla mücadele etmek için birlikte iş birliği yapmaktır. Bugün Suudi Arabistan bu konuda daha fazla katkı sağlayabilir. Unutmayalım ki Hindistan, 200 milyon Müslüman’a ev sahipliği yaparak, Endonezya ve Pakistan’dan sonra dünyadaki Müslüman nüfusu bakımından üçüncü sırada geliyor.
Hintliler, kültürel arka planları ne olursa olsun, kaynaşmanın zorluklarını aşmış bir halk olduklarını kanıtlamış, büyük nüfusa, etnik ve dini çeşitliliğe rağmen ülkeleri istikrarlı bir hale gelmiştir. Hintliler, Hint kalkınmasına 1950'lerin başında başladılar. Ülkelerinin bağımsızlığını kazanmasının ardından ilk başbakan olan Nehru, teknoloji alanındaki ilk yedi Hindistan enstitüsünü ve daha sonra işletme alanındaki altı Hindistan enstitüsünü kurdu. Ancak bunlar, hükümetin kötü yönetiminin bir sonucu olarak sadece yarım yüzyıl sonra gelişip meyve verebildiler. Bugün ABD'deki büyük teknoloji şirketlerinin önde gelen liderleri Hindistan’dan geliyor ve ülkenin kendisi de büyük bir teknolojik devrim yaşıyor.