Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

5 senaryo mu?

Nekbe'yi (Büyük Felaket), Nekse’yi (yenilgi) ve Arap-İsrail çatışmasına ilişkin birçok ifadeyi yaşamış bir Arap neslinden olmam hasebiyle, barış ve normalleşme anlaşmalarına rağmen çeşitli şekillerde halen devam eden çatışmanın konuşma merkezinin Suudi Arabistan Krallığı olması, benim için dikkat çekici. Mesleğim gereği, çatışmanın “ebediliği” gerçeği ile ilgili yayınları okuduğumda ki, bu gerçek hakkında önemli bir makalenin veya seçkin bir çalışmanın yayınlanmadığı bir gün geçmiyor, Suudi Arabistan-İsrail “normalleşmesinin” büyük dönüşümlerin merkezi haline gelmesi dikkatimi çekiyor. Zira bu, öncelikle ABD'nin Ortadoğu'da ilerleme konusundaki kararlılığını ifade ediyor. İkincisi, İsrail'in, bunun hükümeti için bir siyasi arınma olması arzusunu ifade ediyor. İçerideki reformcu boyutları ve dışarıdaki bölgesel istikrarı sağlama kararlılığıyla “Suudi Arabistan anı”, çatışmanın gerçekleriyle yüzleşmeyi bir zorunluluk haline getiriyor.

Birinci gerçek, sömürge döneminden kurtuluş ve bağımsızlık dönemine, Soğuk Savaş'tan sonrasına, küreselleşmeden, küreselleşme ve Ukrayna Savaşı sonrasına kadar çatışmanın küresel olarak devam ettiğidir. Bir asırdan fazla bir süre boyunca çatışma kaçınılmaz bir kader ve etkili bir yargı gibi ebedi göründü. Arap-İsrail çelişkisi, 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyıl ve ardından 21. yüzyıla ulaşana kadar onu canlı tutan gizli enerjilere sahipti. Bulunduğu ortama göre renk değiştiren bukalemun gibi çatışma da direniş ve intifada savaşlarının, Lübnan savaşlarının, Gazze savaşlarının yaşandığı11 Eylül sonrası dünyanın koşullarına göre yeniden şekillendi. Listeye “medeniyetler çatışması” da eklendiğinde çatışma yeni alevli ilişkilere uyum sağlamaya hazırdı. Din, çatışmanın başlangıcından beri mevcuttu ve hiçbir zaman uyumayan bir fitneyi uyandırma fırsatı gelmişti.

İkinci gerçek ise çatışmanın çok düzeyli olmasıydı. Karmaşıklık derecesi maddi, manevi ve hatta ahlaki maliyetinin boyutu açısından tarihçileri ve siyaset bilimcilerini şaşkına çeviren bir çatışmada, birbirleriyle çatışan küresel, bölgesel ve yerel unsurların birbirini takip etmesiydi.  Büyüklüğüne rağmen, genellikle uzlaşmaların yürütüldüğü pozisyonun habercisi olan bir çaba şeklinde asla ortaya çıkmayan, alternatif fırsatın maliyetini de unutmayalım.

Üçüncü gerçek şu ki, meseleyi ele almak için tek bir senaryo değil birden fazla senaryo var ve akıllı kişi bunlardan hangisini dikkate alması gerektiğini araştırmalıdır. Birinci senaryo, mevcut statükoyu olduğu gibi kabul ediyor. Kendisi bu konunun çoktan sona erdiğine, İsrailliler ile Filistinliler arasında müzakerelerin başlatılmasına yönelik uluslararası ve bölgesel çabalar düzeyinde şu anda olup biten her şeyin herhangi bir olumlu yansıma yaratmayacağına inandığı için çabaları “beyhude” gören bir senaryo. İki nedenden ötürü böyle düşünüyor; birincisi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetinin, Batı Şeria'daki el-Fetih hareketi ile Gazze Şeridi'ndeki Hamas hareketi arasındaki keskin bölünmenin temsil ettiği mevcut durumun kendisi için ideal olduğuna inanması, dolayısıyla iki yönde ilerlemeye çalışması. Birinci yön, yararsız, keza kendi içinde gerçek bir taviz vermeyi reddeden radikal hareketlerin varlığı nedeniyle birliğinin bozulmasına yol açmasının muhtemel olduğuna inandığı için Filistin dosyasında büyük tavizler vermemek. Diğeri ise Hamas ve Fetih hareketleri arasında, özellikle her birinin diğerinden farklı bir siyasi program benimsemesinden kaynaklanan, mevcut çatışmayı sona erdirecek bir uzlaşmaya ulaşmanın zorluğudur. Bunlara bir de farklı çıkarlara sahip birden fazla bölgesel gücün, iki taraf arasındaki etkileşimin sınırlarını öncelikle kendi bölgesel çıkarlarına ve gündemlerine hizmet edecek şekilde kontrol etme hattına dahil olması ekleniyor.

İkinci senaryo ise tüm engellere rağmen, şiddeti ve yerleşim yerleri inşasını durduracak müzakerelerle barış ve huzur içinde yaşayan iki komşu devlet çözümüne dönmenin mümkün olduğudur. Bu; ABD, Rusya, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nden oluşan “uluslararası dörtlü” komisyonunun gözetiminde uygulanacak “yol haritası” olarak bilinen projenin yeniden yürürlüğe girmesiyle gerçekleşebilir. Böyle bir şey, üçüncü dünya savaşı hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde, artık çatışmayı bitirmesi imkânsız hale gelen uluslararası bir uzlaşmayı sağlamak, bu yüzyılın ilk on yılının hayaliydi.

Üçüncü senaryo, bazılarının İsraillileri ve Filistinlileri tek bir potada birleştirecek, dünyanın en uzun süredir devam eden sorunu için en uygun çözüm olarak yasal ve anayasal çerçevelerle yönetilen laik bir demokrasi olması çağrısında bulunduğu tek bir devletin kurulmasıdır.  Bunlara göre ufukta İsrail ile Filistinliler arasındaki müzakerelerin içine girdiği mevcut çıkmazın çözüleceğine işaret eden göstergelerin bulunmaması nedeniyle, “tek devlet” senaryosu er ya da geç gerçekleşecek.  Buna ek olarak, Batı Şeria'da büyük yerleşim yerleri bloklarının varlığı, bir Filistin devleti kurma fikrini mantıksız hale getiriyor. Ancak bu eğilim de kendi açısından pek çok zorlukla karşı karşıya bulunuyor ve bunlardan en önemlisi, İsrail içindeki radikal hareketlerin İsrail devletini Yahudi olmayan her türlü unsurdan temizlemenin gerekliliği konusunda diretmeleri. Bir diğer neden demografik, çünkü Arap ırkı Yahudilere göre daha fazla. Üçüncü neden ise bu hareketlerin laik demokrasi ilkesine karşı olmaları. Bunlara göre Arapların sayıca daha fazla olması, Arap çoğunluğun bu ülkenin gücünü kontrol etmesine yol açabilir. Bu senaryo, bütün olarak önemli bir sorunla karşı karşıya bulunuyor, o da Filistin meselesinin “ulusal kurtuluş” meselesinden “ırk ayrımcılığı” meselesine evrilmesi. İsrail elbette bunu reddediyor, çünkü hem kendisini ırkçı bir rejim olma suçlamalarına maruz bırakacak hem de onu uluslararası toplumla ilişkilerinde gerilimli bir döneme sokacak.

Dördüncü senaryo, her iki tarafın temel taleplerine yanıt vermeye çalışıyor. Yani İsraillilerin Yahudilerin her zaman çoğunlukta olduğu bir devlette yaşama, Filistinlilerin de bağımsız bir devlete sahip olma isteklerini, başkenti Kudüs olan ve her birinin kendi nüfusunu içerdiği konfederal bir devlet aracılığıyla gerçekleştirmeyi öneriyor. Burada vatandaşlar, yaşanan coğrafi bölgeye göre biri İsrail diğeri Filistin adındaki iki devleti içeren bir konfederasyon devletinin vatandaşlarıdır.

Beşinci senaryo ise içinde bulunduğumuz dönemle tutarlı ve daha önce kimsenin bahsetmediği yeni bir zamanın yaklaşımıyla örtüşüyor. Ama bu başka bir yazının konusu.