Yakın zamanda X (eski adıyla Twitter) platformundan paylaşılan bir mesaj birkaç gün içinde yaklaşık iki yüz bin takipçinin radarına girdi ve yorumlar yağdı. Mesaj şu şekildeydi:
“Müşrik eğitimin engellenmesi... ondan sonra... kadınların mahremsiz seyahatine izin verilmemesi... ondan sonra... iş yerlerinde erkeklerle kadınların ayrılması... ondan sonra... kadınların çalışmasının engellenmesi... ondan sonra kadınların eğitiminin yasaklanması... ondan sonra... vatanın ele geçirilmesi ve ‘hayali büyük devlet’ ile bütünleşmesi, kemerlerinizi bağlayın..."
Bu mesajın atılma nedeni, Kuveyt Ulusal Meclisi'nin bazı üyelerinin, 1990'larda çıkarılan ve kendi koşulları olan eski bir yasayı kendi anlayışlarına göre yorumlayarak, yüksek öğrenimde öğrenimde kız ve erkek öğrencilerin ayrı tutulması yönündeki teklifine eşlik eden kargaşaydı. Oysa Anayasa Mahkemesi kız ve erkek öğrencilerin farklı dersliklerde değil, aynı derslik içinde birbirlerinden ayrı oturmaları yönünde karar vermişti.
Kuveyt toplumunda bu konuyla ilgili bir tartışma başladı. Herkes çeşitli ve farklı görüşlerle, karşı çıkarak veya katılarak fikrini ifade etti. Ancak dikkat çekici olan, bu mesaja katılmayıp konuyu kendi anlayış ve kavrayışlarına göre başka yerlere çekenlerin de olmasıydı. Okuyucudan bunlardan bazılarını alıntılamak için izin istiyorum. Çünkü bunlar (yani bu tepkiler) bu makalenin özüdür. Tepkilerden bazıları şöyleydi:
“Allah seni duysun ve söylediğin her şeyi gerçekleştirsin”. Yani alay etmeye yakın bir tonla söylediğin her şey gerçekleşsin diyor. Bir diğeri "Sen neden üzgünsün?" diye soruyor. Bir diğeri ise "Erkek kadın karışık eğlence partilerine ne diyorsunuz?" derken, bir başkası da "Şimdi İslam'a uyanlar yoldan çıkmış sayılıyor!" diye paylaşmış. Bir diğeri "İslam erkek ve kadınların aynı mekanda olmasını yasaklıyor ama eğitimi yasaklamıyor" demiş. Bir başkası “Kadınların mahremsiz seyahat etmesini ve kadın erkek karışımını engellemek İslami bir emirdir. Erkekleri kadınlardan ayırmak da İslami bir emirdir” diye yazmış. Bir diğeri "Şimdiye kadar okuduğum en aptalca şeylerden biri" derken, bir başkası "Şeytanın borazanlarından biri" yorumunda bulunmuş. Bir diğeri de şunu söylemiş: "Dini emirlere uyanlara hakaret eski bir gelenektir."
Bunlar yorumların hepsi olmasa da bazıları. Çünkü o kadar çoklar ki, bu makalenin alanı bile yetmeyebilir.
Dolayısıyla bu, erkek ve kadınları, yerel halk ve çevre ülkeleri aşan çok şiddetli bir söz savaşıydı. Benim görüşüme göre fikri tartışmalardan uzaklaşan ve insanların dinine, ahlakına saldırmaktan çekinmeyen bir savaştı.
Bu tür sözlü kavgalar tarihimizde yeni değil, acı tecrübeler yaşadık. Ne zaman ülkelerimize yeni bir şey ulaşsa ya ‘bize dayatılan Batılı’ ya da ‘dine aykırı’ bir şey oldu. Örneğin, modern matbaa tam üç asır boyunca İslam dünyasının kapısında bekledi, çünkü o dönemde Osmanlı sarayındaki ‘Şeyhülislam’ matbaayı yasaklayan bir fetva vermişti. Avrupa, matbaanın varlığı ve modern bilimler üzerine onlarca kitabın basılması sayesinde ilerledi. İslam dünyasına ise matbaa, 18’inci yüzyılın sonlarında Fransızların Mısır'a karşı yürüttüğü seferden sonra ancak girebildi. Geçen yüzyılın başında, Güney Afrika'da Müslüman bir çiftçinin güneşin altında çalışırken şapka takıp takamayacağı ile ilgili sorusu üzerine, aydın din adamı Şeyh Muhammed Abduh, bunu caiz gören bir fetva yayınlamıştı. Fetva nedeniyle öyle bir hedef alındı ki dinden bile çıkarıldı. Yine toplumlarımız daha önce barut, ‘kâfirler’ tarafından üretildiği için savaşlarda kullanılmasını yasaklayan bir fetvaya da tanık olmuştu. Bir zamanlar fes ve hatta pantolon giymek haramdı. Çağdaşlarımız ‘pantolon giymenin kadınlara da yasaklandığını’ hatırlayacaktır.
Günümüzde DEAŞ ve el-Kaide’nin yaptığı gibi birçoğu ‘kör’ bir şekilde eyleme dökülen bu tür fikirler, ‘İslamofobi’ olarak bilinen şeyin dünyanın birçok bölgesinde yayılmasına neden oldu.
İslam'ı bilen herkes, İslam'ın hoşgörülü gayelerinin, modern medeniyetin ilkeleriyle çelişmediğinden emindir. Bugün Dünya'da yaşayan her altı kişiden yaklaşık ikisinin Müslüman, ancak çoğunun kız ve erkek öğrenciler için ortak üniversitelerinin olması, modern ve hatta bazıları gelişmiş yönetimler altında yaşamaları, yani miras ile modernite arasında köprü kurmaları bu nedenle akıl dışı değil.
Yakın çevremizde siyasi nedenlerden dolayı ‘İslami kimlik’ bir kriz noktasına ulaşmıştır. İslam'ın hoşgörülü ilkeleri dar kabilesel veya bölgesel geleneklerle, hatta hurafelerle karıştırılacak kerteye varılmıştır. Modernite ile miras arasında sorunlu bir ikiliğin ortaya çıkmasına yol açan dinamik, İslam türleri üretme noktasına gelinmiştir. Dolayısıyla bahsi geçen mesaja olumsuz yorum yapanlar, kişisel olarak suçlanamazlar. Çünkü onlar, Muhammedi davetle ilgili rasyonel ve mantıksal bir anlayışa değil, İslam hakkında fikir kırıntılarına dayanan uzun süreli bir eğitim ve bilgilendirmenin ürünüdürler. İslam daveti özünde muamelat ve ilişkilerde zamana ayak uydurmakla çelişmez. Eğer içlerinden bazıları çevrelerine açık fikirlilikle bakmış olsalardı, bugün ‘hiçbir Arap veya İslam ülkesinde köle ve esirlerin satıldığı pazarlar’ bulamazlardı. Aynı şekilde hırsızların elinin kesildiğini görmezlerdi. Tıpkı tarihi araştırdıklarında Ulusal Meclis diye belirli dönemlerde seçilen, toplum ile büyük otorite arasındaki ilişkileri düzenleyen modern bir anayasa tarafından yönetilen bir kurum bulamayacakları gibi.
Modernite ile uyumluluk ya da ondan kopma ikilemi modern İslam kültürünün sorunlarından biridir. Nadir durumlar dışında tartışmak için hiçbir gerçek fikri çabanın gösterilmediği sorunlardan biridir. Okullarımıza, üniversitelerimize ve medyamıza ‘mirastan rastgele yapılan seçimler’ empoze edildi. Bu rastgele seçimler, (bu arada) bizzat Batı'nın icat ettiği iletişim araçları sayesinde bir patlama yaşadı. Artık rastgele seçilmiş bilgiler seliyle karşı karşıya bulunuyoruz. Öyle ki tartışmalar artık karmakarışık, insafsız, duygu yüklü ve mantıktan uzak bir hal aldı. Bu nedenle rasyonel tartışmadan önce suçlamaların yapıldığını görüyoruz. Bunun yaratılmışın değil, yaratanın hakkı olduğuna iman etmeden önce birilerinin kesin bir şekilde ‘cehenneme’ gönderildiğine tanık oluyoruz. İnsanlar, gayretle kozmik ve insani boyutu olan gayeler aramak yerine kırıntılara takılı kaldılar.
Şunu söylemek kaçınılmazdır: Din genel olarak toplumun kimliğinin bir parçasıdır. Fransa gibi 1905 yılında çıkarılan bir kanunla devlet ile dini ayırma kararı almış bir ülkede bile bugün birçok çevre, Hristiyan dinini, özellikle de Katolikliği, ulusal kimliğin ve tarihi hafızanın bir parçası olarak görüyor. Keza ABD’de çoğu zaman bir başkan Tanrı'dan bahsetmeden seçilemez, dolayısıyla dini toplumdan ayırmak mantıksızdır. Ancak meselenin temel direği şudur: Mirasa ait metinlerin hangi yorumunu benimsemeliyiz? Birçok yenilikçi İslam düşünürü bizden önce İslam'da sabit olanın inanç ve ibadetler olduğunu, toplumların yüzleştikleri geri kalan meselelerin zorunlu olarak akla, kamu yararına ve zamanın değişimine bağlı olan ‘muamelat’ olduklarını söylemiştir. Dini uygulamalar için en tehlikeli şey, sabit ve değişken arasındaki sağlıksız karışımdır ve günümüze kadar toplumlarımızdaki kamusal tartışmaları zehirleyen şey de budur.
Son söz; modern toplumlarda bireylerin istediklerine inanma hakları vardır ancak kendi inançlarını herkese kanun yoluyla dayatma hakları yoktur!