Suriyeli sığınmacıların konuşulduğu her yerde, özellikle de Türkiye ve Lübnan'da, konuşmalar sığınmacıları şeytanlaştırmayı, kendilerine yönelik ırkçı politikaları ve kendilerine karşı işlenen suçları meşrulaştırmayı amaçlayan iddialar ve yalanlar da içermiyor değil. Suriyelilere yönelik iddia ve yalanların bir diğer amacı da ister Türkiye'de söylendiği gibi “güvenli ve gönüllü geri dönüş”, ister Lübnan'da duyurulduğu gibi “Suriye'nin güvenli bir hale geldiği” sloganı altında Suriyelileri ülkelerine geri gönderme ve iki ülkeden sınır dışı etmeye yönelik kampanyaları meşrulaştırmak ve güçlendirmektir.
Bu söylemlerin Türkiye ve Lübnan'da yaygınlaşmasına, resmi ve halk düzeyinde, siyasi ve sivil gruplar arasındaki varlığına rağmen, her iki ülkede de devlet ve halk düzeyinde, siyasi ve sivil çevrelerde mültecilerin yanında yer alan, onları insani, yasal-hukuki ve dini olmak üzere farklı açılardan savunan seslerin ve yapıların da bulunduğunu vurgulamak gerekir. Ancak son yıllarda bu sesler önemli ölçüde azaldı ve iki ülkede halkın çoğunluğunu ezen ırkçı eğilimlerin ve krizlerin tırmandığı bir dönemde, zamanla bu seslerin de kısıldığı açıkça görülüyor.
Türkiye ve Lübnan'da sığınmacıları şeytanlaştırmaya yönelik artan çabaların ortasında, hızlı bir şekilde de olsa sığınmacıların özelliklerine değinen işaretleri ele almalıyız. Sığınmacıların sayısı, Türkiye'deki yaklaşık 4 milyon ve Lübnan'daki 1 buçuk milyondan fazla “yerinden edilmiş kişi” dahil olmak üzere 5 milyonu aşıyor. Öte yandan, iki ülke makamlarıyla ilgili kaygılar nedeniyle Birleşmiş Milletler listelerinde “sığınmacı” olarak kaydedilenlerin sayısı konusunda bir kafa karışıklığı yaşanıyor.
Suriyelilerin Türkiye ve Lübnan'a girişi 2011 yılının ikinci yarısında askeri ve güvenlik çözümü eğiliminin tırmanması, artan kovuşturma, tutuklama ve öldürme eylemleri ortasında muhalefete bağlı yerleşim yerlerinin işgal edilmesi ve kuşatılması politikasının güçlenmesiyle başladı. Bu bölgelerin sakinleri güvenlikten gıda, su ve elektriğe kadar temel yaşam ihtiyaçlarından mahrum kaldılar. Kuzeyde, batıda ve merkezde yaşayanların bir kısmı Türkiye'ye, Şam, Humus ve Tartus kırsalında yaşayanlar da Lübnan'a giderek ülkelerinden ayrıldılar. Lübnan’a gidenler iş için orada ikamet eden Suriyeli işçilere katıldılar ki bu onlarca yıldır var olan bir olgu.
Genel olarak Türkiye ve Lübnan'a gidenler şehirli veya köylü, dolayısıyla eğitimli insanlar, teknisyenler, meslek sahipleri ve uzmanlar dahil olmak üzere çeşitli siyasi, ekonomik ve sosyal yapıların parçası olan insanlardı. Aralarında çok sayıda genç de vardı ve bazıları deneyimlerinin yanı sıra yanlarında gelirinden geçinebilecekleri bir proje veya iş kurmak için para da taşıyorlardı. Bu çerçevede, gelenleri sıcak karşılayan Türkiye'de Suriyeliler ilk projelerini başlattılar. Suriyelilerin Lübnan'daki ekonomik faaliyetleri ise iki nedenden dolayı Türkiye’ye göre daha azdı. Birincisi, Lübnan’a gidenlerin çoğunluğunun çiftçi olması, diğer kısmının ise öğrenciler ve mezunlardan oluşması. İkinci neden, çoğunun yakında ülkelerine döneceklerine inanmaları.
Türkiye'deki Suriyelilerin varlığı ilerleyen yıllarda önce gelenlere yenilerin katılmasıyla gelişti ve bunlara Körfez ülkeleri başta olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki Suriyeli topluluklardan gelenler de eklendi. Bu kişiler Suriyelilere emlak piyasasında çalışmanın, turizm, bankacılık ve restoran hizmetlerinin yanı sıra hafif sanayi ve el sanatları alanında on binlerce projeyi hayata geçirmenin ve yatırım şirketi kurmanın kapısını açtılar. On binlercesi ev ve ticari mülk sahibi oldu. Türkiye’ye gelen erkek ve kadınların büyük bir kısmı Türk işgücü piyasasına katılarak, hem kırsal kesimde tarımsal işlerde hem de şehirlerde hizmet ve sanayi sektörlerinde çalıştılar. Suriyelilerin son 10 yılda Türk yaşamının çeşitli alanlarında somut izler bıraktığını söylemek abartı olmaz.
Türkiye'de az sayıda sığınmacı, bazen zorla kamplarda ikamet etti ve yetkililerin yönetimi ve denetimi altında BM yardım sistemine tabi tutuldu. Suriyelilerin çoğu ise kendi imkanlarıyla geçinirken, Türk yardım kuruluşlarının yanı sıra Arap ve Batı ülkelerinde yaşayan akrabalarından da yardım aldılar. Aynı durum Lübnan'da iki farkla tekrarlandı. Birincisi, şehir ve köylerde ikamet etmelerinin ve çalışmalarının engellenmesi ile hayat pahalılığının güçlerinin ötesinde yükselmesi sonucu sığınmacıların çoğunluğu kamplarda yaşadılar. İkincisi, BM yardım ajansının mültecilere temel ihtiyaçlarını karşılamada destek ve yardım etmek amacıyla oynadığı temel role ek olarak, Lübnanlı ve yabancı yardım kuruluşların Suriyelilere yardım konusunda daha geniş bir katılımları oldu. Ancak tüm bunlar, diğer yerlerde yaşayan Suriyelilerden yardımların akarak Lübnan'daki mültecilerin ihtiyaçlarındaki açığın büyük bir kısmını kapatmasını engellemedi.
Özetle fotoğraf, iki ülkede sığınmacılar hakkında dolaşan bir dizi iddiayı ve yalanı ortaya koyuyor. Bu yalanlar ve iddialar sığınmacıları şunlarla suçluyor; devlet yardımı ile yaşamak, ülkelerine dönmek istememek ve oldukları ülkelerde kalmakta diretmek. Sağlık, eğitim ve barınma sektörlerinde bulundukları ülkelerin vatandaşlarının temel hizmet ve imkanlarını tüketmek, iş imkanlarını ellerinden almak. İşsizlik, yüksek fiyatlar ve yerel para biriminin değer kaybetmesi başta olmak üzere ekonomik ve geçim sorunlarının nedeni olmak. Çete kurmak, suç işlemek için bu çetelere katılmak. Gerici düşünce ve davranış kalıplarını yansıtmak. Türkiye'de Suriyeli bir oluşum kurmak, Lübnan'da ise ülkeyi ele geçirip Suriye'ye ilhak etmeye hazırlanmak.
Genel olarak sığınmacılar hakkında söylenenler siyasi arka planlara dayanıyor. Onlar yıkıcı bir savaşın mağdurları. Milyonlarca Suriyelinin silah ve terör tehdidi ile yerlerinden edilmesi, tutuklanma ve ölümden kaçarak iki ülkeye sığınmak zorunda bırakılması sonucu Türklerin ve Lübnanlıların başına gelenler için onlar suçlanıyor.
Rejimin Şam'daki müttefikleri ve iki ülkede onların izinden gidenler, yeniden mağdurlar ürettiler. Tutuklanma ve işkence altında ölüm tehlikesiyle dolu bir geri dönüşe zorlamak için onlara her türlü baskıyı uygulamaya başladılar.