Lübnan ile Suriye sınırında yaşanan başka tür bir “transfer” mi var? Son haftalarda iki ülke arasındaki kontrolsüz sınırdan binlerce sığınmacının benzeri görülmemiş bir şekilde akın ettiği göz önüne alındığında bu soru haklı, hatta çok haklı bir sorudur. Bu benzersiz akın, iki ülke arasındaki ilişkiler dosyasında ve Suriyelilerin Lübnan’a göçü konusunda halihazırda mevcut olan sorunlara yenilerini ekliyor.
Suriyelilerin Lübnan’a göçü yeni bir sorun değil. Bu sorunun varlığı, asgari siyasi ve yaşamsal taleplerin reddedilmesinin ardından bastırılıp iç savaşa dönüşen Suriye devrimi kadar eskidir. Suriye krizi kötüleştikçe milyonlarca Suriyeli ülke içinde farklı yerlere veya yurt dışına kaçmış ve en fazla sayıda mülteci esas olarak Lübnan, Ürdün ve Türkiye’ye dağılmıştı.
Lübnan toplumunun geniş kesimleri arasında nefret söyleminin, kinin ve ırkçılığın artmasının yanı sıra Lübnan’daki iç siyasi anlaşmazlıklar ve yerel gerçeklikte etkisini gösteren gerilimler nedeniyle, bazı tarafların sınırda ve Lübnan’ın bazı bölgelerinde yerinden edilmiş kişiler için kamp kurma yönündeki ardı ardına yaptığı çağrılar karşılık bulmadı. Şayet bu politika benimsenmiş olsaydı, bugün güvenlik, siyasi ve ekonomik açıdan koşullar daha iyi olmuş olur ve yeni durum karşısında bir tür disiplin sağlamak mümkün olurdu.
Lübnanlı bazı siyasi partiler tarafından, Lübnan yapısında ve Lübnan toplumunun doğası ve demografik dengelerinde köklü dönüşümlere yol açabilecek içten içe ülkeye yerleşme durumu olarak değerlendirilen bu seçeneğin işlememesiyle, yerinden edilmiş insanlar tüm Lübnan köy ve beldelerine yayıldı. Bu durum mültecilerin hareketini ‘kontrol etmeyi’ zorlaştırdı. Tabi insanlık dışı ve yakışık almayan bir tutumla belli bir aşamada bu kişilerin sokağa çıkmasını engellemekten çekinmeyen bazı beldeler de yok değildi.
Peş peşe gelen Lübnan hükümetlerinin bu dosyadaki görevlerini yerine getirmedikleri söylenebilir. Bununla birlikte Lübnan, bazı hastalıklı seslerin taleplerine rağmen hiçbir sığınmacıyı zorla sınır dışı etmedi. Bu önemli bir ilkesel mesele. Çünkü bu kişilerin bazıları Suriye topraklarına geri dönseydi, Şam’ın insan hayatına ve insan haklarına en ufak bir itibar göstermeden sadece öğrendiği görüşlerin etkisiyle öldürülecekti.
Peş peşe gelen Lübnan hükümetleri, bazı uluslararası kuruluşlar aracılığıyla yerinden edilenler için mali destek sağlayan ve geri dönüş meselesini Suriye’deki kapsamlı siyasi çözüme bağlayan uluslararası topluma doğru hareket etmedi. Görünüşe göre Suriye’de kapsamlı siyasi çözüme varılması hala uzak bir ihtimal. Suriye rejiminin en ufağından milyonlarca Captagon hapının üretimi ve ihracı konusunda bile hiçbir sözünü yerine getirmemesi göz önüne alındığında, rejim ile normalleşme adımlarının, çok geçmeden sönen lokal ağrı kesicilerden öteye geçmediğini söyleyebiliriz.
Ayrıca Lübnan’ın Şam’la resmi iletişimi de tereddütlü ve düzensizdi. İki ülke arasındaki ilişki hala bir yandan bakanlıklarla ilgili önemsiz anlaşmazlıklar bir yandan da stratejik bir vizyonun yokluğu arasında gidip geliyor.
Ancak buna karşı, yani iletişimin düzensizliğine karşı bir pişmanlıktan söz edilemez. Zira Şam, kimseye, özellikle de 2005 yılında Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikastinden sonra uluslararası ve Arap ülkeleri düzeyindeki büyük baskılar sonucu zorla çıktığı Lübnan’a bedavaya hediye vermez.
Gelgelelim, tüm bunlara karşın, sığınmacıların akın şekli ile ilgili haftalardır görülen bir değişiklik söz konusu. Sığınmacılar askeri çatışmaların görülmediği bölgelerden geliyorlar. Ayrıca hiçbir gün çizilmeyen ve belki de yakın bir gelecekte çizilemeyecek olan iki ülke arasındaki gevşek sınırları geçen sığınmacılarda daha çok aileler değil bireylerin olduğu görülüyor.
Ayrıca Hizbullah Genel Sekreteri’nin, müttefik rejiminden bu insanları evlerine ve topraklarına geri döndürmesini istemek yerine Avrupa’ya “ihraç etme” yönündeki sözleri de özellikle Lübnan devletinin bilinen bölgesel eksenlere mensup diğer aktörlerin yöntem ve mekanizmalarına göre hareket edemediği göz önüne alındığında birçok soruyu gündeme getiriyor.
Bu sorunu ele almada gönüllü ve onurlu geri dönüşün temel bir kriter olarak kalması gerektiği doğru. Ancak bu, yeni sığınmacıların masum olmayan akınını izlemeye razı olmak anlamına gelmiyor. Yeni gelenlerin koşullarının ve hedeflerinin, önceki dönemlerde Lübnan’a kaçan sığınmacılardan tamamen farklı olduğu aşikâr.
Kesin olan şey şu ki, devekuşu gibi kafayı kuma sokma politikası bu durumda işe yaramayacak. Bu sorunla baş etmek için, Lübnan’ın ulusal çıkarlarının kriterlerini temel almak koşuluyla acilen ortak bir ulusal politikanın benimsenmesi gerekmektedir. Şu ya da bu takımın çıkarına olabilecek diğer kriterler ancak ve ancak Lübnan’ın yüksek çıkarlarına zıtlık oluşturur.
Yeni ‘transfer’ Lübnan’a, Suriye’ye ve tüm bölgeye zarar veriyor. Bu aynı zamanda kirli ve tehlikeli bir oyun!