Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Gazze'deki çatışmanın doğasını açıklayan bir hikâye

Mısır ile İsrail arasındaki Camp David müzakereleri dönemine ilişkin Kahire'de gün yüzüne çıkan siyasi anılar, müzakerelerin detaylarına dair pek çok hikâyeyi paylaşmaya devam ediyor. Ancak hikayeler arasında belirli bir hikâye, yayımlanmış pek çok anı arasında en büyük ortak payda gibi görünüyor. Söz konusu hikâye Gazze Şeridi'nde İsrail ile Hamas hareketi arasında yaşanan çatışmanın doğasını anlamamızda bize faydalı olabilir.

Ama daha dakik olmak gerekirse, çatışma Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler ile İsrailliler arasında yaşanıyor, çünkü sonuçta Hamas sadece bir koldur, genel olarak Gazze Şeridi halkı ise bu kolun gövdesidir ve bu gövde onları herhangi bir yerde yaşayan diğer Filistinlilerin arasına dahil etmeye devam ediyor.

Hikâyenin iki tarafı vardı; biri Mısır Cumhurbaşkanı Sedat, diğeri ise Amerika Birleşik Devletleri'ndeki müzakere turlarında ona eşlik eden diplomatlardı. Ancak müzakerelere katılan diplomatlar hikâyenin dolaylı tarafıydı, çünkü doğrudan tarafları Arap Birliği'nin eski genel sekreteri Nebil el-Arabi ile Sedat idi.

Heyete katılan diplomatlar kendi aralarında müzakerelerin gözleri önünde ilerlediği gibi sonuçlanması durumunda, Mısır'ın anavatana döndüğünde Sina üzerinde tam bir egemenlik elde edemeyeceğini fısıldıyorlardı. Fakat vardıkları bu sonucu Sedat'a nasıl ulaştıracaklarını bilmiyorlardı.

Bazıları yalnızken birbirlerine fısıldadıkları şeyleri karşısında söylemeye utanıyorlardı. Bazıları da başkanla bu tür bir yüzleşmenin sonuçlarından korkuyorlardı. Üçüncü gruptakiler ise bu konuyu Sedat'a açmanın bir yolunu arıyorlardı ama sonunda aralarında anlaştıkları ve uzlaştıkları bir yol bulamadılar.

O dönemde müzakere heyetinde yer alan Nebil el-Arabi bir defasında bu görevi kendisinin yerine getireceğini söyledi veya meslektaşları tarafından bu görev için seçildi ve o da bunu memnuniyetle kabul etti. Onlara konuyu cumhurbaşkanıyla görüşmek için uygun bir fırsat arayacağını söyledi ve o fırsatı da buldu. Sedat’ın karşısında durup, meslektaşlarının birbirlerine fısıldadıkları ve devlet başkanının önünde açıklamaktan utandıkları şeyleri anlattı.

Sedat, Arabi'nin sözlerini sabırla ve sakince dinledi, anlatmak istediği şeyi aktarıncaya kadar sözünü hiç kesmedi. Söyleyeceklerini bitirince Sedat ona şunu sordu: Sözlerini bitirdin mi oğlum? O da: Evet Sayın Başkanım dedi.

Sedat oturduğu yerde doğrularak kendisine hep eşlik eden ünlü piposundan bir nefes çektikten sonra şunları söyledi: “Dinle oğlum, ben Menufiye şehrinden bir çiftçiyim ve toprakla ilgili olarak yürütülen müzakereleri, Menufiye’de bir parça araziye sahip olan herhangi bir çiftçinin ele aldığı mantıkla ele alıyorum.”

Nebil Arabi’nin neyi kastettiğini anlamadığını görünce Sedat pipodan bir nefes daha aldı ve şöyle dedi: "Ey oğlum, Menufiye'de bir çiftçi bir toprak parçasına sahip olduğunda her zaman toprağının başına bir demir çubuk ve sonuna bir demir çubuk çakmayı sever. Böyle yaparak mülkiyetinin kapsamını belirlemek ve bu iki demir çubuğu çaktığını gören kişilere toprağının başı ile sonunun neresi olduğunu göstermek ister.”

Daha sonra eski genel sekreter ile konuşmalarını şu sözlerle bitirir: “Ben de oğlum, Sina’da toprağımın sınırlarının sonunu belirleyecek demir çubuğu çakmak istiyorum, bunun dışındaki her şey detaydır. Çünkü egemenlik başkasının değil, benim olacak ve toprağın sahibi ben olduğum için toprak da benim olacak. Çünkü müzakerelerin sonunda Menufiye’deki her çiftçinin kendi arazisi ile komşusunun arazisi arasındaki sınırı belirleyen o demir çubuğu çakacağım.”

Nabil Arabi gidip duyduklarını meslektaşlarına aktardığında belki de bazıları söylediklerine inanırken, bazıları ise tereddütlerini sürdürerek kesin bir bilgi aramaya devam ettiler.

Kesin bilgi arayanların Taba'nın Mart 1989'da anavatana döndüğü gün aradıklarını bulduklarını sanıyorum. O gün Uluslararası Mahkeme, Akabe Körfezi'nin başındaki Taba’nın Mısır’ın sınırı olduğuna, Taba'nın yüzde 100 Mısır toprağı olduğuna, Mısırlıların, Mısır topraklarını komşu topraklardan ayıran sınırı belirleyecek demir çubuğu Taba sınırına yerleştirme hakkına sahip olduklarına karar vermişti.

Sedat, Camp David'de her zaman göz önünde tuttuğu bir esasa göre müzakereleri yürütüyordu ve bu esas da işgalciyle müzakerelerde toprağın asil sahibi olduğu ve Ekim 1973 savaşında alamadığı topraklarını Camp David'de yapılan müzakerelerle geri alacağı idi.

Gazze topraklarında olup bitenleri ve Batı Şeria'da olabilecekleri derinlemesine belirleyen mantık tam olarak budur. Her iki durumda da işgalcinin karşısında toprak sahibi vardır. Bu durumda neredeyse tüm dünyanın işgalcinin yanında olması ile toprak sahibinin Allah’a duyduğu güven, davasının haklılığına ve her şeyden önce toprağın asil sahibi olduğuna dair inanç dışında hiçbir şeye sahip olmaması ve yanında kimsenin durmaması arasında bir fark yoktur

Filistinli bir genç Gazze Şeridi'ndeki şehit kafilelerini anlatırken şehit olanların "mucizevi bir şekilde hayattan kurtulduğu" anlamına gelen bir şey söylediğinde, dünyada mucizevi bir şekilde ölümden kurtulan biri varsa, o zaman toprak sahibi olduğu, ölümü hayata tercih ettiği, toprağını savunmak söz konusu olduğunda gönüllü olarak ölüme yürüdüğü için mucizevi bir şekilde hayattan kurtulan biri de vardır demek istiyordu. İşgalci bunu asla yapmaz ve onu hayatta tutacak araçlara bağlı kalır; ancak toprak sahibi bunu ve daha fazlasını yalnızca toprak sahibi olduğu için yapar.