Başlıkta yer alan iki ihtimalden birinin gerçekleşmesi elbette kaçınılmaz değil. Daha doğrusu herhangi bir tarafın kazanması durumunda bu zafer, ortakların katılımından veya üçüncü bir tarafın baskısından bağımsız olarak, saf bir şekilde gelmeyecek.
En uç ihtimaller de dahil olmak üzere bu başlıkla amaçlanan şey, Ortadoğu için mevcut seçenekleri görebileceğimiz ölçütler ve kıyaslar belirlemektir. Mevcut seçeneklerin hepsi, bu ölümcül savaşın ürettiği talihsiz seçeneklerdir.
İsrail kazanırsa, gücün tek gerçek olduğunu ve kör teknolojinin insanlığa galebe çalıp onların ve hayatlarının önüne geçtiğini söyleyen korkunç düşünce egemen olacak. Bunun sonucunda da bölgenin tamamında son derece tehlikeli, etki alanı geniş ve kölelik eğilimine sahip bir zihniyet yaygınlaşacak. Bu zihniyete göre Araplara hitap etmenin tek yolu, onlara korku salmaktır. Onlar için gerekli tek şey, korkmalarıdır. Çünkü onlar sadece korku dilinden anlıyor.
Bu anlayış temeli üzerine bir İsraillinin bir Filistinliden, sonra da bir Arap’tan, İsrailli bir çocuğun da Filistinli bir çocuktan daha önemli olduğunu söyleyen ırkçı hiyerarşiler inşa edilir. Filistinlinin öldürülmesi, şu ya da bu sebeple gerçekleşebilir. Ancak İsraillinin öldürülmesi, rüyada bile görülmemeli.
Savaşan tüm tarafların peşinde koştuğu ‘medeniyet savaşı’ da Arapları ve onların değerlerini küçümseyen, Ebu’l-Alâ el-Maarrî’nin Üsame bin Ladin’le eş tutulduğu ayrımsız bir şekil alacak. Buna şurada burada Arap bireylere ya da topluluklara yönelik doğrudan saldırgan tavırların eşlik etmesi de uzak ihtimal değil.
Buna karşılık İsrail’in zaferiyle hayal kırıklığına uğrayan mağluplar, hayali intikamlarını Yahudi karşıtı hurafelerden medet ummakta bulacaklar. Ve buna da Yahudi bireylere ya da topluluklara yönelik saldırgan tutumlar eşlik edebilir ve bu da İbrani devleti düşmanlığı ile Yahudi karşıtlığı arasında bir tür örtüşmeyle sonuçlanabilir.
Siyasi düzeyde ise bazı iyimserlerin iyimserliğine rağmen Filistinlilere sunulan herhangi bir barışta örtbas etme çabası gösterilmeksizin açık bir teslimiyete yaklaşılırken, bölgesel düzeydeki uzlaşmalar geçersiz olabilir ya da dondurulabilir. Bu durumda Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin, Filistinli toprak sahiplerine yönelik başka kovma eylemleriyle birlikte topraklara el koyma ve onları çalma operasyonlarında ileri gideceği de varsayılabilir. Fanatizmler açısından doğurgan olan bu bölgede Ürdün’ün doğusunun, belki de kısmen Lübnan’ın ve Suriye’nin ‘kardeşlik savaşlarının’ başka örneklerine sahne olmayacağını kim garanti edebilir?
Netanyahu’nun, politikaları ve başarısızlıkları yüzünden hesaba çekilmesine gelince… Bunun, Netanyahu’nun, pek çok yüzünden sadece biri olduğu saldırgan bir yaklaşıma yönelik bir sorgulama haline gelmesi çok uzak ihtimal. Gerçek şu ki güvenli ve yüksek bir kale fikrinin eşlik ettiği bu sorgulama, İsrail kibrinin ve güçlü şovenizmin daha da güçlenmesine yol açabilir.
Öte yandan Hamas hareketinin elde ettiği bir zafer, ‘ulusal kurtuluşun’ yeniden, yabancı bir işgalciye karşı tek taraflı bir mücadele olarak görülmesine sebep olacak. Filistinlilere dayatılan yönetim biçimi ise dikkat çekmeyecek ve kimseyi durdurmayacak. Savaşın çok yüksek seviyelere çıkardığı yoksulluk ve sefalet koşullarıyla birlikte çirkinliği artan karanlık ve baskı, her türlü özgürlükten eğitime kadar her şeye hâkim olacak. Savaşan iki tarafın sivillere ve onların ölümlerine karşı hassasiyet göstermemesine ve direnişçi ile işgalcinin başkalarının sahip olmadığı haklara sahip olmasına paralel olarak, direniş ortamı tarafından ‘demografik cihat’ mücadelesinde bir üreme makinesi olarak ilan edilmeye başlayan kadına karşı da bir duyarsızlık söz konusu.
Daha Hamas kazanmadan önce, söylemeyeni söylemiş, yapmayanı yapmış gibi gösteren McCarthyciliğe yönelik emareler çoğalmaya başladı ve bu, ‘düşmanı’ tanımlarken belirli terimlere, ölüm koşullarını anlatırken de belirli seviyelere riayet etmek gibi işaret ve sembol putperestliğine kadar vardı. Aynı şey, tartışma mekânları olması gereken üniversitelerdeki seminerlerin ve konferansların iptal edilmesi, sonra da bunları organize eden profesörlerin ‘Siyonist’ olarak karalanması için de geçerli.
Geri kalmış ve gerici her şeyin güneşin altında bir araya geldiği bu cephanelikle Ebu Ubeyde’nin “ilericiliğinin” çoğalan hayranları ve Hamas bizi, bir ‘medeniyet savaşına’ sokacak. Bu savaş, ülkelerinin İsrail’in tarafını tutmasını gerekçe göstererek bizi dünyadan ve başarılarından uzak tutmaya devam edecek ve Hamas elbette bu savaşta zaferimize olan inancını kaybetmeyecek!
Her türlü uzlaşmadan mahrum bırakılan Ortadoğu, sınır ötesinde ve her sınır içinde daimî bir savaş bölgesi haline gelecek. Sonra da nefretler nesilden nesle aktarılacak, işler iyice karışacak ve neşe içinde ellerini ovuşturan da bir tek Tahran olacak.
Hamas’ın zaferi ayrıca, bölgede özgürlükçülük ve ilerlemecilik adına ne varsa hepsinin ertelendiği bir proje olacak. Aksa Tufanı’ndan bu yana İran’daki baskı eylemleri, Suriye’deki cinayet eylemleri ve hayatları ile ölümleri hakkında bilmeleri gerekenleri onlara bildiren birinin yapacağı konuşma dışında bir şey beklemez hale gelen Lübnanlıların maruz kaldığı yağma eylemleri hakkında hiçbir şey öğrenmediğimize dikkat etme ihtiyacı hissetmeyeceğiz.
İşte çocukları öldürmede usta acımasız ırkçı sağı ve hayattan, akıldan ve özgürlükten hazzetmeyen fanatik popülizmi yayarak sonuna kadar ilerleyen Aksa Tufanı’nın bize bahşedebileceği bazı şeyler bunlar…