Meslektaşım Ali Mekkî, yıllar boyu Ukaz gazetesinde yayınladığı çok sayıda ilgi çekici röportajı, “Laikler ve İslamcılar: Arap Kültürüne Dair Tartışmalar” başlığı altında bir araya getirdi. Röportaj, sanılanın aksine gazetecilik sanatının zor bir koludur. Özellikle de yazarın dediği gibi cepte taşınıp muhatabın önüne peş peşe dökülen sorular şeklinde değil de, bir tartışma biçiminde olduğunda…
Kitapta Arap entelektüellere tutulmuş çok sayıda ayna bulabilirsiniz. Bu diyaloglar; süreçleri, bu süreçlerin etkilerini, kültürlerin çeşitliliğini veya zıtlıklarını ortaya koyuyor. Ve bu zengin fikir bahçesinde bir zevk, pek çok derinlik ve çeşitli mizaçlar var.
Ben Londra Üniversitesi Arap Edebiyatı Profesörü Dr. Kemal Ebu Deyb ile yapılan röportajın üzerinde tekrar tekrar durdum. Ebu Deyb’de, genelde akademisyenlerin ve ilim ehlinin ayırt edici özelliği olan büyük bir tevazu örneği gördüm. Mesela şu sözünde:
“Şu an öne çıkan bu eleştiri kitabı, en iyi şaire ait şiir kitabından çok daha fazla okunuyor, eleştiriliyor ve okutuluyor. Demem o ki mesela benim eleştiri alanında kaleme alınmış kitaplarım dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci baskılarında bazen on binlerce satarken, şairlerin divanları kitapçıların raflarında bekliyor. Okurlarımdan biri, bir başkasına hediye ediyor, o kadar. Çünkü bu kitaplar alıcı bulmuyor. Bunu sevinerek söylemiyorum, aksine halkın şiirle olan ilişkisinin haline üzülüyorum.”
Ya da şu sözünde:
“Kaçamak konuşmuyorum. Çünkü ben, olduğumdan başka görünemem; söyleyeceğim her şeyi söyleyip de sonra kaçamam. Ben kelime oyunu yapamam. Gökle yer bir araya gelse de ben gördüğümü söylerim. Hayatım boyunca böyle oldu. Kimseden çekinmem, itham edilmekten korkmam, hiçbir şeyi umursamam. Ben hakkımda yazılan övgüleri de yergileri de okumam. İnsanlar bana, benim hakkımda yazılmış kitaplar ya da makaleler gönderince onları kitaplığın rafına koyuyorum ve açıp bakmıyorum. Bana yönelik hakaret içerebilecek şeyler gönderiyorlar, umursamıyorum. Ben bir şeyleri başkalarını memnun ya da rahatsız etmek için yapan türde biri değilim. Ben başkalarıyla sıradan ve güzel ilişkileri severim. Lafı eğip bükmem, kaçamak cevaplar vermem. Birilerini etkilemek için kendimi tehlikeye de atmam. Sebebi çok basit. Ben kendime çok güveniyorum, dolayısıyla başkalarının etkilenip etkilenmemesi beni ilgilendirmiyor. Bir şeyin yüksek ya da düşük, büyük ya da küçük olduğunu söylemeleri umurumda değil. Beni ilgilendiren tek şey, yapmak istediğim şeyi son derece özenli ve içten, dünyadaki en yüksek seviyede yapmaktır.”
Dr. Ebu Deyb, tevazu destanını şu sözüyle noktalıyor:
“Hayır, hayır, mütevazı değilim. Samimi söylüyorum ki mütevazı değilim. Ve bunda yanlış bir şey de görmüyorum. Çünkü bu Arap dünyası, insanın mütevazı olmasına değmeyen bir dünya. Ben niye olayım ki?”