Mustafa Özcan
TT

Ehl-i Sünnet anayolu ve muarızları

DİB eski Başkanı Mehmet Görmez hoca İslam’da Ehl-i Sünnet ya da Şia gibi kavramların olmadığını, Kur’an’ın bizleri Müslüman olarak isimlendirdiğini ve bunun yeterli bir ifade olduğunu beyan ediyor. İlk bakışta doğru görünse de kazın ayağı öyle değil. Eşelediğinizde bu ifadeler yerli yerine oturmuyor. Sınamada dökülüyor.  Sonuç itibarıyla mezhepler İslam’ın zorunluluk düzeyinde  ikincil ve tali anlayışları ve alt basamaklardır. İslam metin, mezhep ise yorumdur.  Metin varsa yorum da kaçınılmazdır.  İslam naslardan müteşekkildir onların hayata yansıması, işletilmesi ise beşeri bir işlemi ve süreci hatırlatır. İslam vahiy ve veridir, bunların yaşanması ve yaşama dökülmesi sürecine mezhep denilir. Nasların işlenmesi ve değerlendirilmesi süreci mezhepleşmedir.   Mezhep içtihat sürecidir. Naslar hayatla buluşmadıkça, içtihada gerek ve ihtiyaç yoktur.  Din ya da İslam kendi kendine içtihat etmeyeceğine göre bunu insanlar yapacaktır. İnsanların yaptığı işlemler de sonraki mezhepleşme sürecini belirleyecektir. Bu itibarla Ehl-i Sünnet kavramı olmasaydı yerinde başka bir kavram kaçınılmaz olurdu. Çünkü bu alanda beliren boşluk mutlaka doldurulacaktı.

   Ehl-i Sünnet mesleği, çığırı sünnet yolundan sapanlara, bidat sürecine katılanlara karşı bir reflekstir. Dine doğru anlayışla bir odaklanmadır. İbtida, heva  değil, ittiba mesleğidir. Bidat anlayışların ve mezheplerin serpilmesi, teşekkülü ile birlikte meseleleri İslam’la mukabele etme süreci Ehl-i Sünnet çığırını doğurmuştur. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat Hazreti Peygamberin izinden ve kılavuzluğunda yürüyen zümre veya zümreler demektir. Ve’l cemaat ise iri gövde ve cemaatü’l müslimin yani Müslümanlar topluluğuna katılanlar, tutunanlar ve onlarla birlikte yürüyenler demektir.  Ve’lcemaa sosyolojik bir ifadedir ve bu düzeyde bir doğrultuya işaret eder. Kısaca Ehl-i Sünnetin açılımı yöntem olarak sünnete tabi olanlar ve uyanlar demek olduğu gibi aynı zamanda Müslüman topluluktan yani ümmetten veya en büyük bölüğünden ayrılmayanları ifade eder. Kısaca mezheplerin teşekkülü içtihat süreciyle birlikte başlamıştır. Yanlış ve doğru akımlar, içtihatlar zamanla ayrışmış Sünnilik ve Mutezile gibi kalıplara dökülmüştür. Bu alanda en isabetli içtihatlar bütünü Sünni kesimlerden sadır olmuştur zira sünnet ölçüsüne ve Hazreti Peygamberin buyruklarına sadakat göstermişlerdir.   Elbette Ehl-i Sünnet bizatihi İslam olmadığından, İslam’dan çıkarımlar olduğuna göre içtihatlarda bazen hatalar olabilir. Bunlar süreçte tashihe kavuşma imkanına sahiptir.  Görüşler yani mezhep masum değildir.  Çok yanılanlar olur, az yanılanlar olur.  Yanlışlar taassuba girmeden ileriki süreçlerde tashih edilebilir.      

  Usul ile furu karşılaştırılamaz. Yani İslam’ın karşısına mezhep dikilemez. Mezhebin karşısına da İslam dikilemez. Birbirine mukabele edilemezler. Mezhep ancak başka bir mezhep tarafından karşılanır.  Tashih edilir. Bu açıdan sözgelimi Mutezile’nin yanlışını Kur’an değil Kur’an üzerinden Ehl-i Sünnet anlayışı düzeltir ve tashih eder.   İslam ile mezhep karşılaştırılamaz. Türev asılla karşılaştırılamaz.  Dolayısıyla türev türevle karşılaştırılır. Asıl referans ve mercidir.  Elbette naslar konusunda da anlaşamadığımız kadar İslam’ı anlamada da ihtilafa düşeriz.  Hadis kaynaklarında Şii ve Sünnilerin dayanakları farklıdır.  Sahabeleri adalet vasfından iskat ettiklerinden Şiiler Sünni rivayet zincirini kabul etmemektedirler.   Bütün mezheplerin ortak mercii İslam olsa da İslam’ı anlamada aralarında bir ittifak söz konusu değildir. Bu açıdan Mehmet Görmez’in sözleri merduttur. Boş laftır. Hakikat karşısında hiçbir dayanağı yoktur. En iyi ihtimalle bir güzellemedir.

 Ehl-i Sünnet çatı ifadelerden birisidir. Yine Şia çatı ifadelerden birisidir. Ehl-i Sünnet dediğimizde ameli içtihat mezhepleri bahusus dört mezhep akla gelir. Bir de akait alanında Eş’arilik ve Maturidilik mezhepleri vardır. Çatı kapsamına bunlar da girer. Yine ehli hadis ile ehli-i sünnet arasında geçişlilik vardır. Mutezile mezhebi de çatı mezhebidir. Altında Mutezile’nin tabakatı yatar.   Şia çatısı altında da İsna Aşeriyye ve İsmailiye gibi alt bölükler (tavaif) vardır.  Dolayısıyla mezhepler tarihi süreçlere tekabül ederler.  Onları kaldırmak için tarihi süreci yeniden geriye sarmak gerekir. Zaman ve insanın olduğu her yerde yorum yapma işlemi ve dolayısıyla mezhepleşme kaçınılmazdır. Bu nedenle Ehl-i Sünnet yok farz etmek sakat bir durumdur.  Tarih yok, insan yok, süreç yok demektir.  

Mezhepleri ret Kur’ancılık çığırını azdırır. Hazreti Ali (R. Anhu)nin ifadesiyle Kur’ancılık tabiri batıl için kullanılan hak bir sözdür. Sünneti dışlamanın başka yolu ve ifadesidir. Biz de Kur’an yolunu takip ederiz lakin Hazreti Peygamberin söz ve buyruklarından ayrılmadan onları reddetmeden.

 Bu ifadeleriyle Mehmet Görmez Kur’ancılık akımı gibi tahrif çizgilerine cesaret vermektedir. Kimse Sünni olmaya mecbur değildir lakin doğruluk kaygısı güden ve taşıyanlar bu sürece ve çığıra bigane kalamazlar.

Bizim İslam dememizle anladığımız İslam olmuyor. Aksi takdirde Bediüzzaman ve benzeri şahsiyetler doğru İslamiyet tabirini kullanmazlardı. İbni Arabi gibilerine göre de naslara dayalı tek bir İslam gerçeği olsa da farazi düzeyde insanlar kadar ya da sonsuz bir İslam algısı vardır.