Yakın tarih bize, orduları çöken ya da onları dağıtma yoluna giden devletlerin ağır bir bedel ödediklerini, güvenliğin bozulması, istikrarsızlığın baş göstermesi ve bölünme ya da parçalanma gibi durumlarla karşı karşıya kaldıklarını ve bunun sonucunda iç savaşlar ve dış müdahalelere açık bir meydan haline geldiklerini göstermektedir.
1991 yılında merkezi hükümetin ve devletin çöküşünden bu yana istikrarın tadını unutan Somali, iç savaşlar, parçalanma ve dış müdahalelerin tutsağı oldu.
2003 yılında ABD tarafından işgal edildiği ve ordusu dağıtıldığından beri uzun bir kaos, şiddet ve istikrarsızlık dönemine giren Irak, bunların etkilerini hala yaşıyor ve ağır faturalarını ödüyor.
Aynı şekilde, bu durumdan kurtulamayan Libya da Albay Muammer Kaddafi rejimi düştüğünden ve ordu dağıtıldığından beri şiddet, bölünme ve istikrarsızlık döngüsünden çıkamıyor. Yemen’e gelince, burası, ülkesinin yönetimini yılan başları üzerinde dans etmeye benzeten Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in görevden uzaklaştırılmasıyla devam eden karmaşık ve uzun süreli çatışmaların, iç savaşların ve kabile savaşlarının özel bir örneğidir.
Sudan henüz bu aşamaya gelmemiş olsa da işler bu şekilde devam ederse, karmaşıklığı, acısı ve tehlikeleri her geçen gün artan savaşın uzun bir süre devam etmesi halinde bundan nasibini alacaktır. Zira Darfur’da yayılan ve etnik ve kabilesel temelde soykırım aşamasına ulaşan şiddete ilişkin Birleşmiş Milletler’in (BM) konuşmasında kullandığı tanımlamaya göre “mutlak kötülük” noktasına gelinmiştir. Bu karmaşık koşulların ortasında, ülkeyi kasıp kavuran ve ülkeyi bu kızgın savaşa iten siyasi gerginlikler ve kavgalar, süregelen çatışmalar ve sosyal medyada bitmek bilmeyen analiz selinin gölgesinde Sudan ordusu benzeri görülmemiş bir saldırıya maruz kalıyor. Ordunun herhangi bir bölgeden her çekilişinde farklı siteler, orduya darbe indirme fırsatı kollayanlar ile ülkenin bütünlüğünü ve birliğini tehdit eden bir saldırı karşısında vatanı koruyan bir kurum olarak orduyu savunanlar arasındaki çekişmeler, analizler ve yorumlarla doluyor.
Sosyal medya, incelemeden ve düşünmeden kör ve tembel bir şekilde aktarım olması sebebiyle bazen bir nimetten çok musibet haline gelebiliyor. Resmi medyanın olmayışı ve savaşın başlangıcından şu ana kadar devam eden medya savaşında Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) orduya karşı hatırı sayılır bir biçimde üstün olması sebebiyle vatandaş söylentilerin esiri olmuş bir vaziyette. Birbiriyle çelişkili haberlerin ve sosyal medyayı dolduran analizlerin ve yargıların karşısında kafası karışmış bir vaziyette ve dış tarafların organlarının ve araçlarının bulunduğu açık bir sahada bunların kaynaklarını çoğu zaman bilmemekte.
Bu savaşın en tehlikeli yanı orduyu ‘Kizan ordusu’ ya da ‘kalıntıların ordusu’ olarak damgalayan sloganların tekrarlanmasıdır. Bazı siyasi ve sivil seçkinlerden gelen bu sloganlar, HDK’nin orduya karşı savaşında kullandığı değişmez bir pankarta dönüştü. Orduya İslamcıların sızdığını kimse inkar etmiyor. Ancak ordunun tamamının, hatta çoğunluğunun ‘Kizan’dan olduğu da doğru değil. Bu sloganların bu şekilde ve yoğunlukta kullanılması, sadece mevcut savaşta orduyu zayıflatmak için değil, bazıları tarafından daha sonra orduyu parçalamak için bir bahane olarak da kullanılabilecek bir kart haline geldi. Bu bağlamda, HDK’nin lider yüzlerinden birinin son ‘zaferlerle’ övündüğü bir videoda çıkıp açık açık, artık HDK’nin orduya entegre edilmesinden söz etmenin mümkün olmadığını, olsa olsa ordunun HDK’ye entegre edilebileceğini söylemesi dikkat çekici bir gelişmeydi.
Gerçek şu ki, orduyu ‘Kizan ve kalıntıların ordusu’ olarak etiketleme söylemi, Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) koalisyonu içinde yer alan ve onun dışındaki güçler tarafından geçiş döneminde yaşanan siyasi mücadele çerçevesinde benimsenmişti. Orduda reform yapılması yönündeki çağrıların döndüğü ve zaman zaman kimilerinin gizliden gizliye ordunun dağıtılması ve yeniden inşa edilmesi yönündeki çağrılarının da karıştığı konuşmaların içinde yer alıyordu. Burada kimse ordunun bir reform sürecine ihtiyacı olduğuna itiraz etmiyor, hatta askerler bile bunu kabul ediyor. Bu savaşın ortaya çıkardığı gerçekler de dahil olmak üzere birçok faktör bu reformun gerekliliğini ortaya koyuyor. Nitekim piyade kuvvetlerinin eksikliği ve şehir savaşı da dahil olmak üzere farklı durumlarla karşı karşıya kalınması halinde silahlanma ve eğitim açısından bazı yönlerdeki eksiklikler göze çarpıyor. İşin en karışık yanı da ordunun siyasetten nasıl uzaklaştırılacağı. Siyaset ordunun kendisine ve profesyonelliğine zarar vermiş ve hatta onu zayıflatmıştır. Aynı zamanda, iktidara gelme hayallerini gerçekleştirmek üzere seçim sandıklarını değil de darbeleri tercih ederek kendisini bir çekiç olarak kullanmak isteyen siyasi güçlerin nüfuzuna kapı aralamıştır.
Ordunun reformu meselesine bir de bunca olandan sonra HDK’nin geleceğinin ne olacağı sorunu karışıyor. HDK’nin orduya dahil edilmesi savaştan önce zaten zorlu ve çetrefilli bir meseleyken ve hatta savaşın fitilini ateşleyen faktörlerden biriyken, şimdi iş daha da karmaşık bir hal aldı. Hele de işlediği ciddi suçlar ve yaptığı ihlaller ile halkın büyük bir kısmının düşmanlığını ve nefretini kazanmışken. Halk artık, bırakın HDK’nin orduya entegre edilmesini, bu güçlerin sahada herhangi bir rolü veya varlığı olmasına bile karşı çıkıyor. Meseleyi daha da tehlikeli hale getiren şey, çatışan siyasi güçler arasındaki gerilimdir. Özellikle de İslamcılar ile ÖDBG arasındaki gerilim. Zira İslamcılar bu kuvvetlerin ve müttefiklerinin sahneden uzaklaştırılmasını fırsat olarak görürken, ÖDBG entegrasyon fikrinde ısrarcı olarak İslamcıların orduya girmesini engelleme ve hatta onları sahneden tamamen ekarte etme amaçlarına ulaşmada HDK’ye bir rol biçiyor.
Sonucunu kimsenin kesin olarak bilmediği bu şiddetli savaş nedeniyle Sudan son derece tehlikeli bir süreçten geçiyor ve şu anda ihtiyaç duyduğu son şey, ordusunun herhangi bir şekilde ve koşulda zayıflaması ya da çökmesidir. Bugün bazı silahlı hareketlerin devletin zayıfladığını ve ordunun HDK’ye karşı savaşıyla meşgul olduğunu görerek horozlandıklarına ve tehdit savurduklarına şahit oluyoruz. Bazılarının demokratik geçişi destekleyeceğine bahse girdiği Abdulaziz el-Hılu liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi bile hayal kırıklığı yarattı. Daha fazla toprak koparmak ve kontrol sahasını genişletmek için mevcut savaş durumundan ve ordunun meşguliyetinden faydalandı. Güney Sudan hükümetindeki taraflar da bu savaşı fırsat bilerek güçlerini tartışmalı Abyei bölgesine itti. Bu, bugün en zayıf halinde görünen Sudan’ı dişlemek için pusuya yatmış ve fırsat kollayan çok sayıda iç ve dış tarafın olduğunun bir göstergesidir.
Ordu ile ilgili reform talepleri gibi siyasetten uzak durması çağrıları da gerekli. Ancak bunlar, şu ya da bu şekilde ordunun şimdi çökmesine ya da ileride parçalanmasına yol açacak bir kart haline gelmemeli. Çünkü bu ülke için en büyük tehlike bu olacaktır. Nitekim çevremizde bununla ilgili birçok ders ve örnek mevcut.