Dr. Husam Zaman
Suudi akademisyen
TT

İslami üniversiteler ve atılması gereken adımlar

Suudi Arabistan'ın kalkınmada tanık olduğu sıçramalar ve büyük ekonomik, sosyal dönüşümler bölgenin ve dünyanın gündeminde. Bu sıçramalar ve dönüşümler hem yurt içinde hem de yurt dışında etki yarattı ve Suudi Arabistan’ın bölgeye liderlik etme ve bölgeyi her düzeyde dönüştürme konusundaki rolünün merkeziliğini teyit etti. Bu merkeziliğe, oluşumuna başından itibaren siyasi istikrar, ekonomik ağırlık ve Krallığın, İslam'ın kaynağı ve Müslümanların kıblesi olan Haremeyni Şerifeyn’e hizmet etme şerefine sahip bir sivil siyasi sistem olarak yenilikçi rolü katkıda bulundu. Suudi Arabistan bu Arap ve İslami rolünün altını çizmek amacıyla, kuruluşundan itibaren eğitim sistemine katkıda bulundu ve İslami, Arap bilimleri ve araştırmalarına hizmet etmek için bu sistemi sürekli adımlarla geliştirdi. Bunun için hizmetlerine yerel toplumun yanı sıra dünya çapındaki Müslümanları da dahil eden uzmanlaşmış üniversiteler ve fakülteler kurdu.

Bu üniversitelerin ve eğitim kurumlarının kuruluşu sırasında ortaya çıkan çeşitli siyasi koşullar, onların hedef ve planlarının niteliğini kademeli olarak etkiledi. Aynı zamanda, diğer eğitim kurumları gibi, bu üniversitelerde Sahva (Uyanış) hareketlerinin eğitim müfredatlarına sızma ve programlarını ele geçirme girişimlerinden etkilendi. Dolayısıyla bu aşamada bu kurumların, misyon ve müfredatlarının kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Stratejik planları ve bilimsel programları ile bu üniversitelerin, bu kurumların kuluçka merkezi ve destekçisi olarak Suudi Arabistan'ın her alanda şahit olduğu yasal ve düzenleyici gelişmelere ayak uydurmasının sağlanması da lazım. Bunlardan bir kısmını aşağıdaki satırlarda tartışabiliriz.

Bazı iç ve dış siyasi durumlarda bu kurumların üstlendikleri “misyonerlik” misyonu yerine bilimsel işlevlerine odaklanılmalı. Sahva akımlarının etkisi altında bu kurumların bir kısmı, misyon ve çalışmalarında misyoner bir yaklaşım benimsediler. Hem de bu yaklaşımın taşıdığı meseleleri basitleştirme, İslami mirasın tarihsel çeşitliliğinin üzerinden atlama, fıkhi farklılıkları göz ardı etme, tek bir görüşe ait (ve genellikle en katı ve köktendinci olan) kültürü benimseme, mezhepçi ve propagandacı bir misyoner söylemle son ürünü ideolojikleştirme eğilimine rağmen. Bu yaklaşım aynı zamanda uluslararası (Batı ve Doğu) üniversitelerin tüm İslam araştırmaları bölüm ve programlarına karşı muhalif ve düşmanca bir tavır takınmayı, hepsine oryantalist, emperyalist damgasını vurmayı da içeriyordu. Bu pozisyonların -aşırılıklarına rağmen- belki dönemsel gerekçeleri vardı ve belki de bunlara göz yuman pozisyonun da kendi nedenleri ve koşulları vardı. Ancak bu eğilimleri düzeltmeye (dünden) başlamak gerekiyor. Bu kurumların stratejilerini ideolojiden ve önyargılardan uzak, tüm bilim okullarına, dünya çapında İslam ve Arap araştırmalarıyla ilgili kurum, bölüm ve programlarla iş birliği ve ortaklık köprüleri kurmaya açık bir akademik ortamda temel bilimsel amaçlara hizmet edecek şekilde yeniden konumlandırmak bir zorunluluktur. Amerikan ve uluslararası üniversitelerdeki Arap ve İslam araştırmaları alanında en öne çıkan program ve kürsüler Suudi Arabistan’ın hibeleri ve fonları ile kurulup desteklenirken, çoğunun İslam üniversitelerimizle ortaklık, eşleşme veya entelektüel iletişim programları bulunmaması kabul edilemez.

İslami bilimleri ele alırken, geleneksel eğilimlerin bu kurumların çoğuna hâkim olduğu da dikkatleri çekiyor. Bilimsel araştırmaların çoğu, (el yazmaları ve basılı olanlar da dahil olmak üzere) İslami miras kitaplarını inceliyor. Bu inceleme de "öncekilerin sonra gelenlere ekleyecek bir şey bırakmadıkları" şeklindeki gizli veya açık bir kanaati beraberinde taşıyor. Keza bu metinleri okuma ve yorumlamada tek referans olarak geçmiştekilerin sosyal ve ekonomik koşullarına dayanan İslami metinlere ilişkin görüşlerini, içtihatlarını ve yorumlarını hakem kabul etme kanaatini de içeriyor. Aynı zamanda ister göz ardı ederek ister sapkınlıkla suçlayarak, ister çürütme ve çarpıtma "çalışmalarıyla" modern bilimsel ve dilsel araştırma metodolojilerini uygulamaya çalışan tüm yenilikçi okullara düşman olmak da bu incelemelere hakim. Elbette İslam üniversitelerinin önemli bir rolü, İslam kültür mirasını, İslam mirasının çeşitli okullarını kapsayan kapsamlı bir yaklaşımla incelemek ve canlandırmanın yanı sıra, bu mirasın yeniden okunması ve yorumlanmasında yeni bilimsel ve dilsel yaklaşımların uygulanması ve denenmesidir. Ancak bunların İslam fıkhının yenilenmesi, sünnet "külliyatının" taranıp elenmesi, Kur'an-ı Kerim'in rivayetle tefsir adı altında tefsirine ve ilimlerine iliştirilen Talmudçu yorumlardan kurtarılması konularında zor ve cesur adımlardan uzak bir şekilde yapılmaması gerekiyor.

Daha önceki dönemde İslami ilimler öğretmeni olacak biri ile mahkemelerde hâkim olacak birini şeriat okullarındaki aynı eğitim programlarıyla hazırlamak mümkündü. Hanbeli fıkhı veya mukayeseli fıkıhta, hüküm ayetleri ve hadislerinde, fıkıh esaslarına ve içtihat kurallarına girişlerde herkes aynı temel müfredatı okuyordu. Bu fakültelerin bazılarında “sistemler” hukuku bölümleri oluşturulması, idari kanunlar, ticaret hukuku ve benzeri alanlarda bir dizi dersin eklenmesi yoluyla geçmiş yıllarda atılan bazı reform adımları takdirle karşılansa da Krallığın son zamanlarda yasama ve düzenlemede tanık olduğu değişim, izlenen metodolojide ve mevcut yapılarda kapsamlı bir değişiklik yapılmasını zorunlu kılıyor. Adli duruşmalar sistemi, kişisel durum sistemi, medeni işlemler sistemi, delil sistemi ve yakın zamanda çıkması beklenen ceza sisteminin kabul edilmesiyle birlikte, bu yönetmelik ve kanunların, yargıçlar, soruşturmacılar ve avukatlar da dahil olmak üzere yargı alanında çalışanları hazırlayacak akademik programların çekirdeğine dönüşmesi kaçınılmaz. Keza bu programların diğer sistem ve mevzuatlarla (özellikle yabancı uyruklu öğrencileri kendisine çekmekle ilgilenen üniversitelerde) karşılaştırmalı hukuk çalışmaları ile zenginleştirmesi de bir zorunluluk. Bu, mezunların avukat ve savcı olmak için girdikleri mesleki sınavları geçmelerini sağlayacak şekilde hazırlanmalarını garanti edecektir. Öte yandan, İslami ilimler ve fıkıh uzmanlarının ister eğitim ve İslami meseleler alanında çalışmak, ister İslami ilimler alanında uzman araştırmacılar olmak için hazırlanmalarıyla ilgili akademik programları da detaylandıracaktır.

Krallık'ta yasama ve düzenleme sisteminin yaşadığı gelişim bazı açılardan bu konudaki hukuki, analitik ve özgün çalışmaların geliştirilmesine bağlı. Bu, adları ne olursa olsun, yargı alanında çalışacak kadroları hazırlamakla ilgilenen yüksekokullara ve bölümlere verilmiş ve yerine getirmeleri beklenen roldür. Kişisel görüşüme göre bu fakülteler, bu amacı kendilerine misyon olarak belirlemiş ve bu amaç ile rekabet edecek başka amaç ve işlevler benimsememişlerse,  kanun veya hukuk fakülteleri olarak adlandırılması gereken fakültelerdir.

Mevcut kurumlar, akide, dinler, mezhepler ve dini gruplarla ilgilenen fakülteleri ve bölümleri ile öne çıkıyor. Fakat -daha önce de belirtildiği gibi- bu bölümlerin çoğu, müfredatlarında ve bölümlerinde İslam düşünce ve felsefesinin çeşitli ekollerine ve genel olarak felsefeye karşı olumsuz bir tutum sergileyen özel bir metodolojiyi benimsiyorlar. Krallığın kültür, müfredat ve okullarına ilgi ve onları yeniden canlandırma alanında tanık oldukları, felsefe ve bilimleriyle ilgili sponsor olduğu konferans ve toplantılar ışığında, üniversitelerin ve yükseköğretim kurumlarının felsefe, felsefe bilimleri ve alanlarında uzmanlaşmış bölüm ve programlarla bu eğilime ayak uydurmaları gerekiyor. İslam üniversitelerinin -en azından- geleneksel İslam felsefesi okullarını ve çalışmalarının canlandırılması, yenilenmesinde payı olmalı. Buna ek olarak, İslam üniversiteleri, açık bir ruhla, yüksek düzeyde hoşgörüyle ve İslam felsefesi ekollerinin çeşitlilik ve farklılıklarına uyum sağlayacak kapsamlı bir vizyonla, modern felsefe projelerinin incelenmesine ve değerlendirilmesine katılmalılar.

Sahva aşamasının ve bir dönem eğitim kurumları üzerinde uyguladığı baskıların belki de en önemli sonuçlarından biri, “bilimin İslamlaşması” denilen şeyin benimsenmesiydi. Böylelikle “İslami Eğitim”, “İslami Medya”, “İslami Psikoloji” ve “İslami Edebiyat” dallarında bölüm ve programlarımız oldu. Bazı akademisyenler de - ne yazık ki - bu eğilimlerin kökleşmesine ve kurumsallaşmasına katkıda bulundular ve bu, şahsi görüşüme göre sonunda hibrit programlar ortaya çıkardı. Söz konusu programlar da ne bu önemli bilim dallarında bilim adamlarını ve uzmanları hazırlayan ne de bu alandaki uzmanlık çalışmalarını geliştiren programlar oldular. Dünyanın farklı üniversitelerindeki çeşitli bilim ve fikir okullardan kopuşta olduğu gibi, bu programların birçoğu da tamamen içe kapanmaya veya toplumun gelişimi, anlaşılması açısından önemli olan bu temel bilimlerdeki tüm modern ve ileri bilimsel metodolojileri reddeden ve karşı çıkan bir tutum benimsemeye yöneldiler.

Dahası, mesele bunun ötesine geçerek bilim, mühendislik ve diğer alanlarda bazıları yalnızca öğrencileri çekmeyi ve kabul sorunlarını çözmeyi amaçlayan fakülteler kurma noktasına vardı. Bazıları o zamanlar amacın Müslüman “mühendis”, Müslüman “programcı” yetiştirmek, bilimleri “İslami bir perspektifle geliştirmek”, Tıbb-ı Nebevi ve köklü Arap eczanecilik uygulamalarını canlandırmak olduğunu açıklamaktan da çekinmediler. Bu çalışmaların faydası, özgünlüğü, ciddiyeti, bu bilimlerin gelişmesine ve bu bilimlerde çalışacak kadro ve uzmanların hazırlanmasına katkısı konusundaki tartışmalara girmeden, bu fakülte ve programların oluşturulmasının, bu kurumları misyonlarından uzaklaştırdığını, onları temel görev ve işlevlerini yerine getirmekten alıkoyduğunu belirtelim. İslam ve Arap ilimlerini yenilemek, taklit ve geri kalmışlık yüzyılları kültüründen kurtarmak, mirasın eleştirel ve değerlendirici bir şekilde incelenmesinde modern bilimsel yöntemleri kullanmaya yönelik beklenen uygar adımları atmak yerine, bu ve benzeri konuları bir kenara bırakmanın daha güvenli olacağını düşündük. Başkalarının dünyevi “bilimlerine” odaklanmayı, geleneksel kültürel bakış ile bu bilimlerde intihal yapmaya, onları yüzeyleştirmeye ve İslamlaştırmaya yönelmeyi daha sağlıklı bulduk. Bu nedenle, Suudi Arabistan üniversitelerinde halihazırda devam eden yeniden yapılanma programları ışığında, bu fakültelerin İslam üniversiteleri çatısı altında devam ettirilmesini veya diğer üniversitelerdeki muadilleriyle birleştirilmesini ya da beşerî ve sosyal bilimler bölümleri için umduğumuz gibi bağımsız, objektif bilimsel kapasiteleri ile sürdürülmesini değerlendirmek faydalı olabilir.

Sonuç olarak, İslam üniversitelerinden ve şeriat fakültelerinden beklenen rol, ister genel şeriat söylemi düzeyinde olsun, ister İslam ve Arap araştırmalarının geliştirilmesi ve modernleştirilmesi düzeyinde olsun, temel ve merkezi öneme sahip. Veliaht Prens ve Başbakan Prens Muhammed bin Selman'ın, İslam’ın Kur'an ve Sünnet'in "mütevatir" verilerine göre geniş bir şekilde anlaşılmasından bahsettiği geçmişteki bir konuşmasının, hükümetinin yasama, düzenleme alanındaki girişimlerinin bu konuda İslam üniversitelerinin neye yönelmesi gerektiğinin açık göstergeleri olduğunu söylemeliyiz. Bunlar ayrıca, üniversitelerin akademik programlarının, Arap ve İslam dünyası üzerinde yenilikçi bir etki yaratacak reform ve değerlendirme süreçlerini benimsemesi gerektiğini de gösteriyor.