Aralık 2023, İsrail'de Binyamin Netanyahu ve Likud Partisi liderliğindeki aşırı sağcı koalisyonun iktidara gelişinin birinci yıldönümü.
Medyada yapılan tüm spekülasyonlar ve siyasi analizler doğruluklarını kanıtladılar. Çoğu, koalisyonun İsrail'i ve bölgeyi felakete sürükleyeceğine inanıyorlardı. Bir yıldan kısa bir süre sonra, bu felaketin boyutu ve büyüklüğü tüm dünya tarafından anlaşıldı.
Beklentiler doğrulara paraleldi. Gaybı bilmek de değildi, aksine aşırılığın durabileceği sınırları olmadığı gerçeğinden yola çıkan bilgi, uzmanlık ve deneyimin ürünüydü.
Tek sürpriz, hiçbir gözlemcinin veya analistin olacakların boyutunu, ciddiyetini ve kanlılığını tahmin etmemesiydi.
Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi ile diğer aşırı sağcı partiler arasındaki koalisyonun duyurulması, bana göre Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi'ne, Gazze'deki Hamas hareketine, Arap ülkelerine ve İsrail'in Batı'daki müttefiklerine yönelik açık bir mesaj gibiydi.
Batı Şeria'daki Filistin Otoritesi ve Gazze Şeridi'ndeki Hamas hareketi açısından mesaj tam anlamıyla şunu söylüyordu: Barış yanılsamalarına elveda. Koalisyonun kuruluşunun kabul edildiği ve resmi olarak duyurulduğu andan itibaren iki devletli çözüm tamamen ortadan kalktı ve yeni hükümetin gündeminde kendine yer bulamayacağı aşikar oldu.
Keza Batı Şeria'daki topraklara el konulması ve yerleşim birimleri inşa edilmesi politikasının temposunun hızla artacağı, Filistinlilere yönelik saldırganlığı sürdürmeleri için yerleşimcilere hükümetin desteğiyle açık çek verileceği de netleşti.
Hamas hareketinin liderlerinin mesajı Batı Şeria'daki Filistin Otoritesi'nin anladığından farklı bir şekilde anladıkları ve yaklaşan tehdide karşı tedbir aldıkları ve hazırlandıkları apaçık görünüyor.
Bana göre bunun nedeni belki de, aşırılıkçı ve radikal zihniyete sahip olanların, doktrinleri ve hedefleri ne kadar farklı ve zıt olursa olsun, karşı tarafın mesajlarının satır aralarında gizlenenleri iyi okuyabilmeleridir.
Arap ülkelerine gelince, mesajda İsrail ile aralarında beklenen barışa ve ilişkilerin normalleşmesine giden yolun koalisyon hükümeti kanalından ve onun şartlarından geçmesi gerektiği vurgulanıyordu. Bu şartların en önemlilerinden biri İbrahim Barış Anlaşması'nın Filistinliler ve liderleriyle ya da İsrail'in onlara taviz vermesiyle hiçbir ilgisinin olmamasıydı.
İsrail'in Batı'daki müttefiklerine özel kısmında ise aynı mesaj, İsrail'in “demokratik” bir devlet olduğunu, hükümetinin demokratik olarak seçildiğini, demokratik, ahlaki ve anayasal olarak onu iktidara getiren seçmenlerin isteklerini yerine getirmekle yükümlü olduğunu teyit ediyordu.
Mesaja göre hükümet, seçmenlerinin istekleri ve onlara verdiği sözler doğrultusunda uygun gördüğü politikaları uygulama konusunda özgür iradeye ve bağımsız karar alma gücüne sahipti, dışarıdan, hatta en yakın dost ve müttefiklerinden bile emir almıyordu. Ancak savaşın fitilini ateşleyip, gerçekleştirdiği katliam ve yıkıma karşı uluslararası tepkiyle karşılaştığında, kısa bir ateşkesi kabul ederek Washington'un baskısına boyun eğmek zorunda kaldı.
Mesajda belirtilenleri uygulamak zor değildi. İçeriği hükümetin var olduğu ilk günden itibaren uygulanmaya başlanmıştı. Filistinli, Arap ve uluslararası tepkiler pek farklı değildi. Koalisyon kurulduğunun açıklanmasından itibaren herkeste endişe, kaygı ve korku hakimdi ve bunlar farklı şekillerde ifade edildi.
Peki Gazze'deki mevcut savaş tahmin ediliyor muydu?
İlk cevap hayır. Çünkü Hamas'ın 7 Ekim'deki askeri saldırısı herkesi şaşırttı. İsrail'in öfkeli tepkisi de tüm beklentileri aştı.
Geçici ateşkesin sona ermesinden sonra artık ne gibi gelişmeler olacağını kimse tahmin edemez. Hem de medya araçlarının aktardığı ve İsrail'in açıkça savaşa devam edeceğinden, Hamas hareketini ortadan kaldıracağından söz ettiği, keza Gazze Şeridi sakinlerini zorla göç ettirmek ve dosyayı kapatmak isteğinden bahsettiği açıklamalarına rağmen. İki milyondan fazla Filistinliyi, bazı Arap ülkelerinin veya diğer ülkelerin gönüllü girişimleriyle bile zorla göç ettirmek kolay değil. Daha da önemlisi İsrail'in savaştaki hedefi olan Hamas hareketini ortadan kaldırmak askeri açıdan mümkün görünmüyor.
Çoğu Arap ve Batılı siyasi yorumcu bunun ancak sivil halkın katledilmesi, öldürülmesi ve yok edilmesi yoluyla gerçekleşeceği konusunda hemfikir. Bu, Gazze'nin kuzeyinde yaşanan katliam ve yıkımın ardından Arap, İslam ve uluslararası kamuoyunun artık kabul edemeyeceği ve olmasına izin veremeyeceği bir şey.
Aynı zamanda bu hedefe ulaşmanın imkansızlığını kabul etmek Netanyahu, Likud Partisi ve dini sağcı partiler için kaçınılmaz bir sonu, hepsinin sahneden atılmasını gerektiriyor.
Tam da bu son ve aşağılayıcı nedenden ötürü Netanyahu ve müttefikleri savaşı sürdürmeye kendilerini adadılar.